BÖLÜM
12: İÇİMDEN ŞEHİRLER GEÇİYOR…
Mary kahveleri yaparken, neler söyleyeceğini
zihninde tasarlamaya uğraşıyordu ama hala ne kadarını söylemesi gerektiğine
karar verememişti. Robert’ın, Ela ve Tom’un konuşmalarından haberi olmadığı
kesindi ve bunu söyleyip onu en yakınından uzaklaştırmanın ne kadar doğru
olacağını bilemiyordu. Hele ki, gözlerinde Tom’a karşı olan bu saf güveni
gördükten sonra…
“Neden
onu düşünüyorum ki! Söyleyip kurtulayım, gerisiyle de onlar uğraşsınlar.”
dedi kendine ama bir an sonra yine fikrini değiştirdi.
“Mary.” dedi Tom bu sırada, Mary
düşüncelerinden güçlükle sıyrılıp ona döndü.
“Ben, ben çok pişmanım inan bana. O zamanlar
Robert’ın sevgisinin bu kadar büyük olduğunu anlayamamıştım.” diye fısıldadı
Tom.
Mary gözlerini kıstı. “Senin yüzünden iki
hayat mahvoldu. Üç…” dedi ve bir an durduktan sonra ekledi.
“Ve senin tek söyleyebileceğin pişmanlığın,
üzgünüm Tom ama bu iki buçuk yılı ve… ve bebeği geri getirmiyor!”
“Biliyorum, lanet olsun biliyorum! Ama bana
bir şans ver Mary, onun en yakın arkadaşı benim ve eğer bunları öğrenirse…”
Mary, Tom’a iğrenir gibi baktı. “Kapa
çeneni!” Onu daha fazla dinlemek istemiyordu, kahveleri alıp diğerlerinin
yanına döndü.
Robert sabırsızca onu izliyordu, Mary kahve
fincanını alıp Robert’ın yanına oturdu. Derin bir nefes aldı, kısacık bir an
Tom’a baktı ve konuşmaya başladı.
“Ela, o gün seninle konuşmadan önce… birileri…
ona senin bu ilişkiyi istemediğini anlatmış. Senin onunla değil, Kristen’le
birlikte olmak istediğini söylemiş.” Bakışları istemsizce Tom’a yöneldi ama
hemen kendini topladı.
“Kim?”dedi Robert, “Kim söylemiş böyle bir
şeyi? Peki ya Ela, o nasıl inanmış?”
“Kimin söylediğini bilmiyorum Robert ama
inandırıcı oldukları kesin çünkü Ela bana bundan bahsederken çok emindi. Bu
yüzden morali yeterince bozuktu ve o haberi verdiğinde senin soğuk davranman da
şüphelerini güçlendirdi.”
“Anlayamıyorum, anlayamıyorum Mary. Kim yapar
böyle bir şeyi?”
Mary ona aldırmadan devam etti.
“Seninle konuştuktan sonra beni aramış,
hıçkırıklara boğulmuştu. Onu sakinleştirmeye çalıştım ama beni dinlemiyordu
bile. O gün çıkarken benim arabamı almıştı, durmasını söyledim ama reddetti.
Sadece senin, onu ve bebeği istemediğini tekrar edip duruyordu.”
Robert güçlükle yutkundu, tek bir söz
edemiyordu.
“Güçlü bir ses duydum sonra ve ardından
telefon kesildi.” Mary yeniden o anları yaşar gibiydi sanki. “Araba benim
olduğundan onu bulmam zor olmadı çünkü evden aceleyle çıktığı için kimliğini
yanına almamıştı. Çok kötü yaralanmış, onu görebildiğimde yoğun bakımdaydı. Bir
sürü kırık, kesik… Ah, Tanrım berbattı.” Mary kahvesinden bir yudum aldı.
“Ve… bebeğimiz…” dedi güçlükle Robert.
“Bebek gitmişti Rob, üzgünüm.” dedi Mary.
“Ela yaklaşık iki hafta uyanamadı ve uyandığındaysa ismi dâhil geçmişe dair en
ufak bir şey hatırlamıyordu.”
“Benim yüzümden” dedi Robert, bedeni
uyuşmuştu. Mary elindeki fincanı son anda aldı, elleri buz gibiydi ve yüzü
gittikçe daha da beyazlaşıyordu sanki, onu yavaşça koltuğa yatırdılar.
Birkaç dakika sonra, biraz daha kendine gelip
yeniden doğruldu.
“Peki ya Amy Moore?” Mary birkaç saniye
düşündü ve yeniden anlatmaya başladı.
“Onu götürdükleri özel hastanede bir
arkadaşım çalışıyordu, bu yüzden kimliğini saklamak konusunda zorluk çekmedik.
Ama kaza yüzünden polisler geleceklerdi ve bunun kayıtlara geçmesiyle sen onu
çok kolay bulabilirdin.”Mary derin bir nefes daha aldı.
“Günlerce ne
yapabileceğimi düşündüm ve sonunda… Amy benim tanıdığım biriydi, hakkında çok
az şey biliyordum ama kimsesiz bir kızdı ve uzun zaman önce aynı alışveriş
merkezinde çalışıyorduk. Sonra şu patlama olduğunda… o da içerideymiş diye
duyduk; öldüğünden şüphelendiler ama bu da kesin olarak kanıtlanamadı. Zaten
kimsesi olmadığı için de çok üzerine gidilmedi bu olayın. Biliyorsun, Ela okulu
yarıda bıraktığı için ikamet sorunları yaşıyordu zaten ve ben… Lanet olsun o
anda çok mantıklı gelmişti. ”
Robert hayretler içinde Mary’i dinliyordu,
dakikalardır sessizce bir köşede oturan Angie bile dayanamadı bu kez ve
şaşkınlıkla mırıldandı.
“Yani, bunca zamandır…”
“Evet.”dedi Mary, “Ela uyandığında
karışıklığı düzeltiriz diye avuttum kendimi ama o da bir şey hatırlamayınca…
Eğer gerçeği söyleseydim onu sınır dışı edeceklerdi!”
“Kimse onu aramadı mı? Ailesinden,
Türkiye’deki arkadaşlarından herhangi biri?”
Mary, başını salladı. “Nasıl bir ailesi
olduğunu biliyorsun Robert, babasıyla hiç konuşmazdı zaten ve annesi şu adamla
evlendiğinden beri daha da seyrek arar olmuştu. Kaza yaptığında annesini aradım
ve beni dinlemeden çok meşgul olduğunu söyleyip kapattı. Ela kendine geldiğinde
birkaç kez ailesini sordu, ona her şeyi anlattım ve onu böylesi önemsemeyen bir
aileyi istemediğini söyledi. Haklı mıydı bilmiyorum ya da doğrusunu mu yaptım
ama iki yılı aşkın bir zamandır onlardan haber almadım.”
“Ve ben de onu öylece bıraktım… Onu ve
bebeğimizi…” Robert kendi kendine söyleniyordu, Mary Robert’a baktı…
“Rob, Ela bebeği bilmiyor. Ona söyleyemedik.”
Mary ellerini uzatıp Robert’ınkilerin üzerine
koydu.
“Sana bunları anlattım, çünkü senden bir şey
istiyorum.” dedi Mary yumuşacık bir sesle.
“Ne istersen.” diye karşılık verdi Robert.
“Senden onu rahat bırakmanı istiyorum.”
Robert, inanamayan gözlerle Mary’e bakıyordu.
“Çok acı çekti Rob, şimdi Josh’la mutlu. Ona
bir hayat kurması için izin ver, eğer onu söylediğin kadar seviyorsan buna izin
ver. Seni hatırlamıyor ve kötü anılarınızı da… Bırak, böyle mutlu olsun.”
“Nasıl yaparım? Nasıl?” dedi Robert, “Belki
ileride…” Mary, sözünü kesti.
“İki senedir uğraşıyor Rob ama sadece küçük
detayları hatırlıyor. Kazada beynin anıları saklayan bölümü büyük zarar görmüş
ve doktoru tamamen hatırlamasının mucize olacağını söylüyor.”
“Belki ben yardımcı olabilirim.” dedi Robert
umutla.
“Hatırlasa ne olacak Rob? Ben sana
söyleyeyim ne olacağını, senden daha çok nefret edecek. Bebeğini kaybetmesinin
sebebinin sen olduğunu düşünecek, mutlu olacak mısın o zaman?”
“Onu bırakamam Mary, bir kez daha onsuz
olmayı göze alamam. Benden bunu isteme.”
“Bana söz ver Rob, onu zorlamayacağına,
karşısına çıkıp bunları anlatmayacağına bana söz ver.”
“Ona asla zarar vermem, bunu nasıl
düşünürsün! Ama Ela’dan vazgeçmeyeceğim Mary.”
Bu sırada çalan telefon dikkatlerin o yöne
kaymasını sağladı. Mary telefonunu alıp, diğer odaya geçti.
“Amy? Sen daha uyumadın mı? Josh nerede?”
“O… o uyuyor, ben uyuyamadım.” Amy’nin sesi
huzursuzdu.
“Ne oldu?” diye sordu Mary.
Amy bir an tereddüt etti ama sonra söylemeye
karar verdi, zaten bunun için aramıştı.
“Şu çocuk… kulüpteki… beni aradı. Bana Ela dedi yine. Sence beni bulabilir mi
Mary?”
“Korkma.” dedi Mary içeride oturan Robert’ı
düşünerek. “Sana zarar veremez ama yine de en kısa zamanda telefon numaranı
değiştirelim.”
Aslında Amy korktuğu için değil, bunu içten içe istediği için sormuştu
bu soruyu.
“Şimdi git ve yat. Yarın görüşürüz.” dedi
Mary, sevecen ses tonuyla.
“Görüşürüz, uyandırdığım için üzgünüm.”
“Sorun değil.”dedi Mary zaten henüz uyumamıştı
bile, saati de o zaman fark etti; sabaha karşı 5’ti…
Robert ve Tom gittikten sonra Angie, Mary’e
döndü.
“Bunları Josh biliyor mu?”
“Hayır.” dedi Mary.
“Ona anlatmalısın, bilmeye hakkı var.”
“Bilemiyorum A. kafam çok karışık ve şu an
hiçbir şey düşünecek halim yok.”
“Bence sonunda olan Josh’a olacak.” dedi
Angie.
“Neden böyle söyledin?”
“Robert Amy’i… Ela’yı bırakacağa benzemiyor
ve bu gece onun Robert’a nasıl baktığını gördüm. Ela Robert’ı seçecek Mary,
bundan eminim ki onu seçecek.”
Angie, dün geceden beri bir garipti,
özellikle Amy hakkındaki konularda. Mary onu iki senedir tanımasa Amy’e düşmanlık
beslediğini düşünecekti. Zihnini toparlayıp, böyle düşündüğü için kızdı
kendine.
“Bilmiyorum Angie, ne olacağını hiç
bilmiyorum.” dedi.
Aslında Mary’de, onun Robert’ı seçeceğini
düşünüyordu. Ama Ela’nın unutmadığı tek bir şey varsa o da minnet duygusuydu.
Josh her zaman onun yanında olmuştu ve Ela kolay kolay ona arkasını dönüp
gidemezdi…
-------------------
Mary
uykuya henüz dalmıştı ki, Amy’nin sesiyle gözlerini açtı.
“Uuuuuyyyyaaannnnn!” Amy neşeyle
cıvıldıyordu.
“Ahh, Tanrım bağırmayı keser misin? Ne
arıyorsun sen burada?”
“Josh’ın işi çıktı ben de evde tek başıma
kalmak istemedim.” dedi Amy.
“Pazar pazar mı?” diye sordu Mary, Amy
omuzlarını silkti.
“Mary, hava öyle güzel ki! Şu güneşe bak!”
dedi perdeleri açarken.
“Açma şunları, ışık gözlerimi acıtıyor!
Amyy!!!!!” Amy, Mary’e bakıp sırıttı.
“Hadi kalk, kahvaltıyı dışarıda yapalım. Hadi
Mary.”
“Neyin var senin? Josh gece bir şey mi söyledi
yoksa?”
“Yoo, hayır. Ne söyleyecekti ki?”
“Hiç…” dedi Mary hemen ve neredeyse bir çuval
inciri berbat edeceği için kızdı kendine.
Amy, enfes çöreklerden birini daha kapıp
iştahla koca bir ısırık aldı.
“Tanrım, mükemmeller” diye mırıldandı. Mary,
gülen gözlerle arkadaşını izliyordu.
“Yavaş ol biraz, boğulacaksın.” diye
kıkırdadı. “Burada, daha çok çörek var.”
“Merhaba.” dedi Robert, usulca Amy’nin
arkasından yaklaştığı için hiçbiri geldiğini fark etmemişti. Amy’nin burnuna
bulaşan nişastayı eliyle silip farkında olmadan parmağını ağzına götürdü.
Amy,
bir anda Robert’ı karşısında görünce irkildi ve kocaman açtığı gözlerini Mary’e
dikti.
“Oturabilir miyim?” diye sordu Robert, diğer
iki kıza bakarak. Angie, hemen yanındaki boş sandalyeyi gösterirken; Mary kısa
bir tereddüttün ardından başıyla onay verdi.
Robert masaya oturur oturmaz Amy’e dönerek
konuşmaya başladı.
“Ben… dün geceki aptallığım için çok üzgünüm.
Seni bir anda karşımda görünce, kendimi tutamadım. Umarım beni affedersin ve bu
arkadaş olmamız için bir engel teşkil etmez.”
Masmavi gözlerini ayırmadan Amy’e bakıyordu.
Amy ne diyeceğini bilemedi, şaşkınlıkla bir Angie’e bir Mary’e baktı ama belli
ki onlarda en az kendisi kadar şaşkındı.
“Ta…tabi” dedi sonunda, Robert’a bakmak
istemiyordu ama öyle garip bir çekim hissediyordu ki bu gizemli adama karşı,
kendine bir türlü hakim olamıyordu.
“İsmim Robert.” Amy, kaşlarını kaldırıp
Angie’e baktı.
“Ben, Richard olduğunu sanıyordum.”
Robert, gülümsedi. “Ahh, evet. Saçma oyunum
için üzgünüm.”
Robert
iyi görünmeye çalışıyordu ama Ela’ya bu kadar yakınken ona dokunamamak dahası Ela’nın
kendisine bir yabancıymış gibi bakması içini acıtıyordu.
“Ben de bir kahve alabilir miyim?” dedi
Robert yaklaşan garsona. Garson kız, yüzünde koca bir gülümsemeyle “Tabi, Bay
Pattinson.” diye cevap verdi.
Amy, birkaç saniye garsonun tuhaf heyecanını
anlamaya çalıştı ve sonra Robert’a döndü.
“Sanırım, buraya çok sık uğruyorsunuz.”
Robert, söylemek istediğini anlamamıştı.
“Garson, size adınızla hitap etti de…”
“Ahh, evet şey… ben… bir oyuncuyum.” Amy,
kendini aptal gibi hissetti.
“Ben, çok… çok üzgünüm.”
“Sorun değil, bir süredir herhangi bir
projede yer almadım zaten.” Amy, başını salladı.
“Biz, Mary’le çok film seyrederiz aslında
ama…”
Robert, Mary’e baktı onun özellikle böyle
davrandığını biliyordu, üzerinde durmadı. Bu sırada Mary ısrarla Angie’i
dürtüyordu. Sonunda Angie ne demek istediğini anladı ve Amy’e dönüp,
“Amy, lavaboya gitmem gerek benimle gelir
misin?”diye sordu.
“Tabi.” dedi Amy, masadan kalkarken. İki kız
biraz uzaklaşınca Mary hemen Robert’a döndü.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen? Burada ne işin
var? Unuttun mu, bana söz vermiştin!”
“Hayır, unutmadım. Ona bir şey anlatmayacağım
konusunda söz verdim ve bunu tutacağım ama ondan uzak durmayacağımı sana
söylemiştim. Beni hiç hatırlamayabilir Mary, ama bu bana yeniden âşık olmasına
engel değil.”
“Saçmalamayı kes, Rob. Onun bir erkek
arkadaşı var zaten.”
Robert kararlı bir tavırla, gözlerini Mary’ye
dikti.
“Umurumda bile değil, anlıyor musun? Bu benim
ikinci şansım Mary ve daha önce yaptığım hataları bu kez yapmayacağım.”
Mary birkaç saniye Robert’a baktı.
“Hem sen burada olduğumuzu nereden bildin?”
“Hiç zor olmadı.” diye sırıttı Robert,
gözleri köşede dikilen adamın üzerine kaydı. Mary, onunla aynı noktaya
baktığında, sinirden neredeyse elindeki fincanı Robert’ın kafasına atacaktı.
“Ne yani, sen bizi izletiyor musun?” Robert
tam ağzını açıp kendini savunacaktı ki, Angie’nin tek başına geri dönmesi onu
engelledi.
“Ela, nerede?” diye sordu merakla.
Angie sanki onu duymamış gibi Mary’e döndü.
“Amy gitti, biraz midesi ağrıyormuş.”
“Nereye?” dedi Mary.
“Bilmiyorum, sanırım Josh’ın evine gitti.”
Bunu söylerken imalı bir şekilde Robert’ı süzüyordu.
“Josh’a mı?” Mary’nin gözleri az önce köşede
bekleyen adamı aradı ama bulamadı…
Robert’ın bedeni büyük bir kıskançlık
dalgasıyla sarsıldı. Kendisi Ela’ya doğru düzgün konuşamıyorken bile, Josh’ın
onun bedenini tutkuyla sardığını düşünmek Robert’ı deli ediyordu.
Hızla masadan kalktı. “Ben de gidiyorum.”
Mary telaşla ona baktı. “Rob, lütfen bir
delilik yapma.” Robert ona kısa bir bakış attı, Angie’e başıyla hoşça kal diyip
uzaklaştı.
Robert ayrılır ayrılmaz Mary, telefonuna
sarıldı.
“İyi misin Amy? Neredesin?”
“Josh’ın evine gidiyorum Mary, merak etme
iyiyim. Öylece gittiğim için üzgünüm ben sadece… sadece onun daha fazla aynı
yerde kalmak istemedim.”
“Hatasını anlamış, artık korkmana gerek yok.”
dedi Mary.
“Yoo, korkmadım. Sadece ben…”
“Ne?”
“Hiç, hiçbir şey… Sonra görüşürüz.”
“Tamam, görüşürüz. Kendine dikkat et.” Mary
sıkıntıyla telefonu kapatır kapatmaz söylendi.
“Lanet olsun!”
“Ne, ne oldu?” diye sordu Angie merakla.
“Rob, şimdiden onun kafasını karıştırıyor.
Amy bir şey söylemiyor ama ben hissedebiliyorum.”
“Sana söyledim, Josh’a anlatmalısın.”
“Belki de haklısın.” dedi Mary. “Belki de o
bir şeyler yapabilir.”
Ama Mary korkuyordu, bunun iki erkek arasında
bir savaşa dönüşmesinden ve Amy’nin yeniden zarar görmesinden…
Amy, eve ulaştığında Josh’ın orada olmadığını
görüp sevindi. Yatağa uzanıp gözlerini kapattı, zihnini boşaltmaya çalışıyordu
ama ne kadar çabalarsa çabalasın bir türlü düşüncelerinden Robert’ı
çıkartamıyordu. Sonunda teslim oldu; gözlerini, dudaklarını, güneşin saçlarının
arasından süzülüşünü, sesindeki o buğuyu ve ellerini getirdi aklına. Robert
zihninde yavaş yavaş can bulurken içinin ısındığını hissetti.
Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu ama çalan
kapı ziliyle uyandı. Uykulu gözlerle pencereden dışarıya baktı, saat öğleyi
biraz geçiyor olmalıydı. Sarsak adımlarla kapıya yöneldi ama kimse yoktu…
Başını uzatıp bir süre dışarıyı inceledi.
“Herhalde
yanlış geldiler.” dedi kendine, tam içeriye giriyordu ki kapının önündeki
küçük paketi fark etti. Etrafına bakınarak yavaşça eğilip paketi eline aldı. Yanına
iliştirilmiş küçük mavi zarfın üzerine, el yazısıyla -Amy’e- yazılmıştı.
“Ahh, Josh.” dedi gülümseyerek zarfı açarken,
notta sadece tek bir cümle yazıyordu.
“Bu
kez ben istiyorum…”
Amy, birkaç saniye nota öylece baktı, ne
anlatmak istemişti ki? Heyecanla paketi açtı, bir dvd vardı içerisinde. “Sweet
November”
O anda zihnine dolan bir sahneyle irkildi.
Elinde bu dvd’i tutuyordu ve bir adamın
kolundan çekerken ısrarla söyleniyordu.
“Hadi
bebeğim, son bir kez izleyelim. Söz veriyorum son olacak.” Nefes nefese kendine
geldi, bir süre elindeki nota bakarak öylece oturdu sonra filmi izlemeye karar
verdi.
Josh, eve geldiğinde film bitmek üzereydi.
“Film mi izliyorsun?” dedi Josh “Adı ne?”
Amy, gözündeki yaşları saklamaya çalışarak.”
Sweet November” diye cevap verdi.
“Hımm, güzel mi? Adını hiç duymadım.”
“Evet, çok güzel. Çok…” dedi Amy ve içindeki
fırtınadan korunmak umuduyla Josh’a sarıldı ama Josh bunu fark etmeyecek kadar
uzak bir limandaydı…
Günlükler 12 bölüm olmuş, kaçırdığım için (daha doğrusu yeni tanıştığım için bloğunla bu doğal) önceki bölümleri bilmiyorum, isimler yabancı isimleri olduğu için sormak istedim sen mi yazdın yoksa yabancı bir yazara mı ait? Okumaya ilk bölümden başlarım artık ama biraz uzun kısa olursa daha kolay okunur diye düşünüyorum. Sevgiler. :)
YanıtlaSilHikayeyi ben yazıyorum. Bölümler biraz uzun biliyorum ama yazarken bu sekilde ayırmıştım şimdi degistirmek istemedim açıkçası. Teşekkürler umarım okuyabilirsin. Yorumlar benim için çok önemli. :)
Silhikayelerin okunacaklar listemde :) wadpedde de yayınlayabilirsin biliyon de miiii :)
YanıtlaSil:) bilmiyorum.
SilBilmiyordum ama sayende öğrenmiş olacağım, teşekkürler.