26 Haziran 2015 Cuma

ELLERİMDEN TUT, YOKSA DÜŞECEĞİM…




BÖLÜM 1: UYKULARIN DOĞUSU/ yoklar fısıltısı



Tom, bedenini ağır bir top gibi dağınık yatağın üzerine bırakırken aldığı nefesi huzursuzca geri verdi. Uzun zamandır bu konu hakkında endişelenmeyi kesmişti, ama yine oluyordu işte. Tam her şey düzeldi, sevgili arkadaşının (ve tabi dolayısıyla kendisinin) hayatı düzene girdi demişken; her şey yeniden en başa dönüyordu. Ne kadar çabalarsa çabalasın hep aynı yere ulaştığı lanet bir labirent gibi…

Elindeki kitabı gürültüyle kapatıp doğruldu,  gözlerini arkadaşının telaşlı bedenine sabitledi ve sıkmaktan kamaşan dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu:

“Yeter artık Robert, yeter! Anlamak istemediğin ne bilemiyorum ama neredeyse iki buçuk yıl oldu. Ve bunca zaman boyunca gelen her saçma ihbarı değerlendirdin. Ama yok işte, yok! gitti! Seni istemedi ve gitti”



Robert birbirine girmiş giysilerle dolu gardrobdan gri bir tshirt alıp Tom’a doğru döndü. “Biliyorum.” demek istedi “Biliyorum, ama…” Tom, arkadaşının içindeki fırtınadan bi-haber değildi. Ama biliyordu ki, ne kadar derin kanarsa o kadar kalın kabuk bağlayabilirdi:

“Bir gün onu, göbekli kocası ve sana benzemeyen çocuklarıyla bulduğunda ne kadar haklı olduğumu anlayacaksın.” Aslında bunu sırf ortamı yumuşatmak için söylemişti ama pek başarılı olduğu söylenemezdi.

Robert'ın gözlerini bir anlığına esir alan gölge aynı hızla terk etti yerini, elinde tuttuğu t-shirtü koklayıp burnunu kısarak Tom’un üzerine fırlattı.   

“Madem yanımda olmayacaksın, bari bir işe yara da şunları yıka.”
      
Robert’ın söylediklerini ciddiye almaması onu daha çok kızdırıyordu, ama bunca zamanlık tecrübelerinden bildiği bir şey vardı ki; ne söylerse söylesin asla onu kararından döndüremeyecekti. 

“Bilmem farkında mısın ama o benim t-shirtüm,” dedi bir şey söylemiş olmak için.
 Robert çoktan giyinmiş, arabanın anahtarlarını cebine atmaya çalışıyordu. Gülerek Tom’un omzuna vurdu ve ekledi:

“Üzgünüm dostum ama bu leş gibi koktuğu gerçeğini değiştirmiyor.” 
Tom’un dudakları istemsizce yukarıya kıvrıldı, arkadaşı tam kapıyı kapatmak üzereyken kendi kendine söylendi.

“Biz iki küçük aptal sıçanız…”
Robert aralık kapıdan başını uzatarak gülümsedi:

“Hayır, sıçan olan benim. Sense, bunu inatla reddeden aptal insan arkadaşımsın. Ama bak, aptal olduğun kesinlikle doğru.”
Tom’un elindeki kitap kapıya sertçe çarptığında koridordan Robert’ın kahkahası duyuluyordu. “O da eskisi kadar ciddiye almıyor.” dedi içinden, “En azından bu iyi bir gelişme.”
***************************************************************************

“Bir tane daha.”
Barmen endişeli gözlerle Robert’ı süzerken, artık geleneksel hale gelen bu ritüelin gerçekleşme sebebini adı gibi biliyordu aslında.
     
“Hadi!” diye üsteledi Robert, neredeyse düşmek üzereydi ama birkaç kadeh fazla içebilmek için gösterdiği insanüstü çaba, merakla kendisini inceleyen gözlerde buruk bir his yaratıyordu. Güçsüzdü, zayıftı… Daha birkaç saat önce birçok kızın peşinden koştuğu adamdan eser yoktu şu anda. Sabırsızca bara vurdu.
    
“Hadi, dedim. Neyi bekliyorsun?”
    
Tom, arkadaşının yorgun ve sarhoş bedenini, omuzlarından tuttu. “Tamam, Jose teşekkürler.” dedi barmene. Robert kendisine dokunanın kim olduğunu görmek için ani bir refleksle dönünce dengesini kaybetti, neyse ki arkadaşı yardımına koşmak için tam zamanında davrandı.
       
Yokluğun soğuk dehlizinde yolunu kaybetmiş ruh, karanlığına uzatılan tanıdık eli görünce gülümsedi:

“Tom, sendin demek. Otur ve benden bir içki iç.”

“Tamam, dostum bu gecelik yeter, hadi artık geri dönelim.” dedi Tom, arkadaşını kaldırmak için boş bir çaba sarf ederken. Ama Robert, mızmız bir çocuk gibi onu itti ve bakışlarındaki kararlılık sesinde hayat buldu:

“Ben hiçbir yere gitmiyorum. Sen de ya otur benimle bir içki iç ya da canın nereyi istiyorsa oraya git!” Bu kez sert bakışları zavallı barmene yöneldi “İçkim nerede kaldı?”

Tom çaresiz bir tavırla yandaki tabureye çökerken, başıyla barmeni onayladı.
“Bana da… duble bourbon.” Robert’a bakıp, gözlerini devirdi “Sek olsun.”
     
Bazen konuşmadan sadece beklemek binlerce sözcükten daha fazla güven verirdi karşıdakine. Neden sonra yine Robert bozdu bu gizli anlaşmayı. Parmakları kadehin camdan bedenini okşarken, her bir harfi omzuna tonlarca yük bindiren kelimeler ağır ağır döküldü dudaklarından:
   
“Bizim… bir bebeğimiz olacaktı.”  Barın loş ışıkları altında, keskin bir ustura gibi parladı kelimeler. Daha fazla sustu Tom. Sustukça anladı ve anladıkça, farkındalığı her seferinde biraz daha şiddetlenen baskısıyla çarptı yüzüne, defalarca. Yanlıştı, en başından beri yanlış!
    
Robert, kendinin bile duymakta zorlandığı sesiyle devam etti:
“O gün, beni aradığında öyle heyecanlıydı ki… Her kelimesi aklımda, sesinin tonu… Saçma sapan bir sürü şeyden bahsetti önce.” Acı bir tebessümle aralandı dudakları. “Doğru kelimeleri bulabilmek için her zaman bunu yapardı… Thomas, ben... hamileyim. dedi sonunda… ”
    
İçkisinden bir yudum alıp, sıkıntıyla nefesini geri verdi: “Şok olmuştum, tek kelime edemedim. Ne kadar mutlu olduğumu söyleyemedim ve o gün…” 
“Çekip gitti.” dedi Tom düşünmeden söyleyivermişti iki kelimeyi.
    
Robert’ın gözlerindeki mavi hareler bıraksa hiç zorlanmadan kendisiyle birlikte tüm dünyayı yakabilirdi.
“Kayboldu!” dedi sert bir vurguyla. “Ela kayboldu.”
    
Tom arkadaşının alevini bilirdi, kimse kolay kolay öfkelendiremezdi onu, ama bir kez yanmaya başladı mı o ateş etrafında ne varsa acımadan yakıp küle çevirirdi.
“Affedersin.” dedi sadece ve boşalan bardağını barmene gösterdi. Bu gece sarhoş olmak için en iyi zamandı belki de…
     
Su gibiydi Robert, bazen taştı önüne ne çıktıysa yıkıp geçti acımadan; bazen duruldu, anlattıkça sakinleşti. Anlattıkça her şey somutlaştı sanki bir rüyanın ete kemiğe bürünmesi gibi. Bunca zamandır hiç kimseye söyleyememişti içindekini, hatta kendini bile inandırmaya başlamıştı hayal gördüğüne. Sanki sussa, adını hiç söylemese bir daha yavaşça çekip gidecekti içinden, tıpkı hayatından çekip gittiği gibi. 
     
Güçlü görünürdü, en azından öyle olduğunu sanmıştı. Tüm o kaosun içinde, bazen unuttuğu da olurdu aslında. Ama ne zaman ki dönse yatağına, ne zaman ki koysa başını usulca yastığa;  pusuya yatmış tüm düşünceler üşüşürdü başına.
     
Tom bin bir güçlükle onu yatağına yatırdığında, Robert neredeyse sızmak üzereydi. “Biliyor musun, belki de bir yerlerde bir oğlum vardır ya da bir kız. Evet, tıpkı annesininkilere benzeyen büyük kahverengi gözlere sahip, minik bir kız.” Sesi gittikçe derinleşti, uyumadan önce mırıltı halinde son bir cümle döküldü dudaklarından. Tek bir cümle, oysa ne kadar da kolay özetlemişti çaresizliğini: “Sence biraz da olsa bana benziyor mudur?..”
     
Tom bir karabasan gibi gittikçe benliğini saran sıkıntılı hisle baktı arkadaşına.
“Eminim, dostum. Eminim ki benziyordur.” diye mırıldandı.

                                                                                                                                                 DREAMELLA

NOT: Hikayenin diğer bölümleri için tık tık ^_^

6 yorum:

  1. Hikâye yazmayı severim, fırsat buldukça yada aklıma bir söz, konu geldikçe ya kenara not düşerim yada üşengeçliğimi üzerimden silkeleyip bilgisayarın başına oturur, karalarım. Romantizmden ziyade, polisiye, fantastik, aksiyon, gerilim türünü sevdiğimden daha ilk cümlen beni olaya kilitledi. "Kim kayboldu, ne oldu. Acaba olay nasıl derinleşecek" diye kendimi sonraki satırlarını okurken buldum. Karakterleri sevdim. Tom ile Robert'ın dostuluğu, oldukça derin, öyle ki; yerine geldiğinde ufak çaptaki didişmeleri olsun, (mesela tişört konusu yüzümü güldürmüştü. Arkadaştan ziyade iki kardeş gibiydiler.) yerine geldiğindeyse ona desteği, şimdiden bu iki karaktere oldukça ısındım. Bilhassa Tom'a. Diğer bölümleri henüz okumaya fırsat bulmadım, açıkçası hikâyenide fark ettim lâkin bir bayram çocuğu havasında "Dreamella'nın öyküleri mi varmış" diye sayfayı biraz heyecan biraz ise merakla açtığımı bilirim. İlgi çekici bir konusu var. Ela'nın başına gelenleri merak ettim tez vakitte diğer bölümleri de okuyacağım. Özellikle öyküde benim en çok hoşuma giden kısım sonları oldu. Başlarında olaylar çok hızlı geçip karakter analizi repliklerle sunulsa da yine de karakterlerin hislerini gayet hoş yansıtılmıştı, ama son kısımda Robert'ın ruh halinde ki çöküntü, kederi bir ayn görevi görmüşçesine yansırken hislerini de bir o denli derin işlemişsin. Bundan en çok sevdiğim son paragraflar oldu. Emeğine vede kalemine sağlık Dreamella.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunu gördüğümde çok heyecanlandım, hikayeyi yayınlıyorum ancak birilerinin okuyabileceğini düşünmemiştim :) Tıpkı senin gibi bir şeyler yazmayı seviyorum, kendi çapımda işte :) ve yine tıpkı senin gibi fantastik, gizem konuları daha çok ilgimi çekiyor. İlk yazdığım "Şizofren Aşk" biraz daha benim tarzım aslında :)
      Bu bölümde kaybetmiş birinin ruh halini anlatmaya çalıştım, arkadaşları normal olarak devam etmesini istiyor çünkü uzun zaman geçti ama o bir türlü kabullenemiyor, yani iç konuşmaya pek müsait biri :D Ruh tahlili yazmayı seviyorum aslında ama bazen abartıyorum :p Bu yüzden dengelemeye çalıştım diyaloglarla artık en kadar oldu ne kadar anlatabildim bilemiyorum.

      Okumana gerçekten çok sevindim. Eğer devamını da okuyabilirsen ben de yorumlarını merakla bekleyeceğim.

      Sil
    2. Kesinlikle devam edeceğim. Zaten yarım bırakma huyum yoktur, vede aklımda hikâyen ile ilgili (dediğim gibi meselenin içeriği, Ela'nın kaybolma sebebi) o denli soru takılmışken yarım bırakmam mümkün değil. Ayrıca abartmamışsın emin ol. :)) Kalbinden bir parça haline getirmiş birini kaybetmenin vermiş olduğu hüznü en donukunaklı ve bir o denli de ahsen biçimde yansıtmışsın, tekrardan emeğine sağlık ve Şizofren Aşk'ı da mutlaka okuyacağım. ^^
      İlk seri olarak gördüğüm için "elimden tut, yoksa düşerim"e başlamayı hedeflemiştim lakin yorumunla Şizofren Aşk'a olan merak duygum arttı.

      Sil
    3. Tek okuyucum :) teşekkür ederim, Şizofren Aşk'ı ben daha çok sevmiştim kısa olduğu içindir belki :D Umarım devamını da beğenirsin, şimdiden merak ediyorum yorumlarını ve bir rica...
      Okuduğunda lütfen düşündüklerini dilediğin gibi söyle yani olmamışsa olmamış de mesela. Ne yazık ki insan kendi yazdıklarını kör bir zevkle beğeniyor bazen, yazmayı seviyorum ama... bakalım nasıl yazıyorum :)
      Şimdiden kocaman teşekkürler.

      Sil
  2. Aaa tek okuyucunun mu gizli takipçin de burada Alo!
    Çok güzel daha yeni okunmaya başladım.Bakalım Ela'ya ne olmuş.Bende hikaye yazıyordum ama bıraktım ama devam edeceğim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. (: Teşekkürler, zaman ayırıp hikayemi okuduğun ve de bu güzel yorumun için. Ben de senin hikayelerini okumayı isterim.

      Sil

Tasarım : Merve Canbaz