Menü

Kore DiziJapon DiziKendi KalemimdenKitap Yorumu Melankolik Masallar Mim Kore FilmJapon FilmKendi SesimdenAnime Günlük Mevzular Johnny Deep

Translate

28 Ağustos 2015 Cuma

ELLERİMDEN TUT, YOKSA DÜŞECEĞİM... -BÖLÜM 2-



BÖLÜM 2: HAYAT BİR BUMERANG…



“Lanet olsun, bize kaza yaptıracaklar!” Tom direksiyonu sımsıkı tutmuş arkadaki arabadan kurtulmaya çalışırken, ne kadar sinirli olduğu -istemsizce dikleştirdiği- gergin omuzlarından belli oluyordu.  Robert sıkıntıyla homurdandı:

“Bıktım artık sizden, bıktım. Daha hızlı sür şunu, hızlı!”
Şu an tartışmak için hiç iyi bir zaman değildi ama ortamın gerginliği, bulaşıcı bir virüs gibi herkesi etkisi altına alıyordu.

“Daha iyisini yapabiliyorsan, al sen kullan!” dedi Tom gözünü yoldan ayırmadan.

Arabada, arka koltuğa iyice gömülmüş artık klasiğe dönüşen durumdan kurtulacağı anı tepkisizce bekleyen bir yolcu daha vardı. Sonunda dayanamadı ve arkaya dönüp orta parmağını cama iyice yaklaştırdı, aynı anda geceyi gündüze çeviren flaşlar ardı ardına patlamaya başladı. Robert hiddetle Kristen’in kolunu tutup onu öne doğru çevirdi:
    
“Kes şunu!” diye bağırdı, Kristen onun bu davranışından hiç hoşlanmamıştı. “Az önce şikâyet ediyordun.”  dedi meydan okuyan gözlerle, aslında öfkelenmekten çok kırılmıştı çünkü Robert’tan böyle bir tepki beklemiyordu. Her zaman uysal olmuştu ona karşı: uysal ve anlayışlı.                                  
     
Tepkisizlik, her zaman anlayıştan kaynaklanmaz ama o henüz bunu bilmiyordu.
     

Robert dikkatini yeniden Tom’a yöneltip “Bu gece herkes aynı yolu seçmiş.” dedi ve huzursuzca dudaklarını kemirmeye devam etti.
    
Israrlı takipçiler zaten cehenneme benzeyen trafiği daha çok karıştırıyor, arabayı kaybetmemek için yaptıkları manevralar hem kendilerinin hem de umutsuzca kaçmaya çırpınan avlarının hayatlarını tehlikeye atıyordu.
   
Uzunca bir süredir önlerinde seyir eden eski bir Chevy hafifçe yavaşlayarak, takipçilerin bir anlık boşluğundan yararlanıp araya girdi. Yol birkaç metre sonra çalışma nedeniyle tek şeride iniyordu, arabayı biraz daha sağa kırıp Tom’un dikkatini çekmeyi başaran kız, ona gitmesi için bir işaret yaptıktan sonra aniden frene basıp yolu kapattı. Tom müteşekkir bir ifadeyle aynadan geride bıraktığı manzarayı izlerken, arabasından inen kız yüzünü örten siyah saçlarını geriye doğru atıp gülümseyerek el salladı. Tom’un hayretle açılan gözleri aynada asılı kaldı ve araba bir anda sola doğru kaymaya başladı, neyse ki Robert’ın son anda hamle yapmasıyla bariyerlere birkaç santim kala araba yola geri döndü.
     
Robert kocaman açtığı mavi gözlerini arkadaşına dikip bağırdı:
    
“Lanet olsun, neyin var senin? Az kalsın çarpıyorduk!” Ve birkaç saniye sonra arkadaki sessiz yolcuyu hatırlayıp ona döndü: “Sen iyi misin?” Kristen sessizce başını sallamakla yetindi ama ne durumda olduğu hızla inip kalkan göğsünden belli oluyordu.
     
Tom ancak birkaç derin nefes sonunda konuşacak duruma geldi:
     
“Ben, ben üzgünüm… Bir anda fren sesini duyunca panikledim sanırım.”
     
Aslında kalp atışlarını bu denli hızlandıran olayın, yaşadığı ilk şok mu yoksa ikincisi mi olduğundan kendisi de emin değildi. Derin nefesler almaya devam ederken, kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
     
Ama çok geçmeden araba yeni bir fren sesiyle sarsıldı, önlerindeki birkaç yaya çığlık atarak yol kenarlarına kaçıştı.
    
“İn şu arabadan.” dedi Robert.
    
“Tamam, üzgünüm. İyiyim, daha iyiyim şimdi.”
     
Robert gözlerini kısarak az önceki cümlesini tekrarlardı:
     
“Sana in şu arabadan, dedim. Hemen!” Tom’un cevabını beklemeye gerek görmeden çoktan yerini terk etmişti.
     
Restorana kadar tek bir kelime etmedi hiçbiri…
-------
     
“Ne o altın mı arıyorsun?” dedi Robert dakikalardır tabağını eşeleyip duran Tom’a bakarak.
    
Tom tabağındakilerle biraz daha oynayıp, donuk bakışlarını camdan süzülen ayın üzerine dikti. Sanki duymamıştı söylediklerini, Robert yeni bir hamleye hazırlanırken kötü bir kâbustan uyanır gibi bedeni hafifçe titredi. Neden sonra zorlama bir sıradanlık maskesi takıp, içinde kopan fırtınanın sebebini söyleyiverdi.
   
“Şu kız, arabadaki… onu fark ettin mi?”
   
Robert histerik bir kahkaha attı ve imalı bakışlarını Kristen’e yöneltip göz kırptı. “Demek tüm triplerinin nedeni bir hatun meselesiydi.”
   
Kristen de bu konudan hoşlanmış görünüyordu. “Chevy kız ve minik Tom ağacın altına park etmiş ö-p-ü-ş-ü-yorlarrrr!”
   
“Sen gidip birkaç animasyon filmi daha izlesene. Barbie cehennemin dibinde, çıkmış. Belki kendine yakın bir karakter bulursun!” diye kızın yersiz şakasına çıkıştı Tom, oysaki bu düşünce sadece ona bu kadar korkunç gelmişti.
    
Robert, Tom’un gerginliğini biraz olsun hafifletmek için omzuyla arkadaşına vurdu.
   
“Hadi ama komikti.”
    
Tom,  bu konuyu bir daha asla açmamaya o anda karar verdi. “Hı hı, espiri anlayışınıza hep hayran olmuşumdur zaten.” diyerek soluk da olsa masadakilerin gülümsemelerine eşlik etti.
    
Kristen’de gülüyordu ama az önceki içtenliğini örten gri bir gölge geziniyordu gözlerinde. Neyse ki Robert ona kusura bakma bakışı atmayı ihmal etmemişti.
   
“Eee, senin şu röportaj işi nasıl gitti?” diye sordu Tom, lafı değiştirmek konusunda her zaman usta olmuştu. ( ve tabi ilgili görünmek konusunda.)
    
Robert bıkkın bir tavırla omuzlarını silkti.
    
“Aynı, senelerdir hep aynı sorular… Kristen’le ilişkiniz, Kristen şunu dedi, Kristen bunu yaptı vs. vs. vs. Onlar yeni sorular bulmayı gerek görmüyorlar, ben de yeni cevaplar aramayı…”  Tabağında kalan birkaç patatesi iterek devam etti.
    
“Bazen sadece fotoğraf çekip gitseler diyorum, nasılsa gerisini kendi hayal güçleriyle hallediyorlar.” Elindeki çatalı bırakıp göğsünü hafifçe kabarttı, basın danışmanı Race (artık bir danışmanı vardı) gibi sesini kalınlaştırdı.
    
“Asla evet demeyeceksin ama hayır da demeyeceksin, kapı her zaman tüm düşünceler için açık kalmalı.” Sırıtarak nefesini geri verdi, ama bir an sonra sanki kötü bir şey hatırlamış gibi gülüşü soldu. “Sanırım işin sadece bu yönünü sevmiyorum, ne kadar aksini iddia etsem de gerçek ben’i tamamen ortaya çıkartamıyorum.”
   
“İyi, sizde çıkın biz birbirimize aşığız deyip kurtulun o zaman.”  dedi Tom gözlerindeki muzır parıltıyla. Kristen hafif bir tebessümle başını öne eğerken, Robert arkadaşının gözlerine birkaç saniye kızgınlıkla bakıp üzerinde durmamaya karar verdi.
   
“Saçmalamaya başladığına göre aramıza döndün demektir. Ben yeterince doydum, peki şimdi ne yapıyoruz?”
    
Tom kolasından bir yudum daha aldı. “Markus, geçenlerde bir mekândan bahsetmişti, hem müzikleri iyiymiş hem de göz önünde değil.”
   
“Bana uyar.” dedi Robert soran gözlerini Kristen’e dikerek.
    
Kristen ceketini alırken gülümsedi. “Eğer Markus beğendiyse...”
    
Üç arkadaş farklı düşüncelerle, aynı kadere doğru yola koyuldular…

                                                                                                                                                     DREAMELLA

NOT: Hikayenin diğer bölümleri için tık tık ^_^
     


4 yorum:

  1. Özledim! Evet, sayfayı bunu açarak dedim zira, cidden yazdığın hikayeleri okumayı çok özlemiştim, şu an yaşasın pazarlar diye sevinç nidalarına girsem de konudan sapmamak babında demiyorum, bu bölümü ayrı bir sevdim, ayrı bir renkli, ayrı bir heyecanlıydı gözümde, bölümler ilerledikçe dopdolu oluyor. gerçekçi ol Riv daha ikinci bölümdesin de diyebilirsin elbet, lakin yeni karakterlerin gelişi, olayların biraz daha derine inmesi ve yine yüzümü güldüren yer yer esprilerin olması da bölüme renk katmış. Mizah yönünü seviyorum, ciddi durumlarda dahi okuyucunun yüzünü güldürebilecek ama öte yandan da konuyu arka planda bırakmayacak cinsten yazıyorsun. Hani kimi yazılar vardır, -belki rast gelmişsindir. ben fanfic okurken bazen rast gelirim- bir bakarım iki karakter didişmeye başlar, hoşuma gider fikir ayrılıkları ama ardından bir süre sonra konu sapar, gölge de kalır ki o vakitler ciddi ciddi "ee şimdi ne olacak" dediğimi bilirim. Öykünün başında yazdığın şiirleri seviyorum, güzel ve manalı olduğu kadar bir nebze de konuyu yansıtıyor. Ellerine sağlık dreamella, vede teşekkürler pazar sabahıma satırlarınla renk kattığın için. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de senden gelecek yorumları nasıl dört gözle bekliyorum bilsen. Dört mü dedim? Sanırım hafife almış olurum bu kadarla. Açıkçası tanıdığım hiç kimsenin benim hikaye yazdığımdan (yazmaya çalıştığımdan demeliyim aslında) haberi yok hatta bir bloga sahip olduğumdan bile haberleri yok :)
      Çok isterdim ama "Bak ben bunu yazdım oku bakalım sence nasıl?" diyen biri olamadım hiç bir zaman. Tanıdıklarım ben kırılmayayım diye gerçeği saklarlardı büyük ihtimalle :) Bu yüzden böyle bir yol seçtim işte. Çünkü insanlar eleştiri konusunda gerçek hayatta olamadıkları kadar dürüst (hatta bazen acımasız) olabiliyor sanal ortamlarda. Nasılsa kimse beni tanımayacaktı ve eğer birileri okursa istediği gibi yorum yapabilecekti.
      Açıkçası pek okuyucum yok, bildiğin gibi :) ve yorumlarını gördüğümde hem çok seviniyorum hem de çok heyecanlanıyorum bu yüzden.
      Beğendiğine sevindim, yazdığım ilk uzun soluklu hikaye bu. Bu yüzden de ayrı önemli benim için. Kurguda sıkıyor muyum? Tekrara mı düşüyorum? Diyaloglar çok mu sığ? gibi gibi gibi bir sürü tilki var kafamda :)
      Ve şiirler evet şiir yazmayı da seviyorum, eskiden daha çok yazardım şimdi köreldim sanırım :)
      Fark ettiğin gibi her bölüm için ayrı ayrı yazıyorum bu şiirleri de, içerikle alakalı olsun istiyorum ama becerebildiğim kadar işte.
      Üşenmeden, okuyup yorumlarınla beni çok çok çok mutlu ettiğin için asıl ben teşekkür ederim.

      Sil
    2. hiç o tarz bir düşünceye kapılma. şayet yazarken sözcükler akıp gidiyorsa düşüncelerinden kalemine, o vakit sorun yoktur. kim ne derse desin. elbet insan kendisine yönelen eleştiri kırıcı -üslubsuz bir dille anlatılmışsa- bazen bundan hevesi kaçabiliyor. şimdi yanlış anlaşılmasın. eleştiriye açık biriyimdir, hatta yazdığım yahut çizdiğim bir yapının çevremdekiler tarafından düşüncelerini merak ederim. ben de çoğu an, okuduğum yada bana gösterilen bir çizim hakkında düşüncemi beyan ederim fakat bu üslubunca olur. hatta bir ara resim kursuna katılmıştım. orada ki hocamız kimi anlar seçmece olarak alır sınıfa yapılan çalışmayı gösterip herkesin uygun bir dille düşüncelerini paylaşmasını isterdi. ve; eskiden yazdığın şiirlerden bihaber olsam da, şimdi ki yazdıklarını okuyunca "vay canına, gerçekten dreamella'nın kalemi blogunun adı gibi insanı hayaller ülkesine sürüklüyor" demiştim. :)

      Sil
    3. "Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir." diye boşa dememişler değil mi (:
      Ah, bu özlü sözlerimiz, ata sözlerimiz... Çoğunlukla eski zamandaki insanların neslimizden çok çok daha zeki olduklarını düşüyorum. Özellikle kendini ifade etme konusunda, şiir yazarken mesela sözcüklerin arkasına yeni manalar yüklemeye çalışıyorum. "Aslında bunu değil şunu kastediyorum hehe!" gibi ama yok olmuyor benimki gerçekten imreniyorum onlara.

      Ben şimdi nereden geldim buraya?

      Üslup diyorduk, üslup önemli azizim. Bir de unutmasam ne hakkında konuştuğumu...

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Tasarım : Merve Canbaz