Menü

Kore DiziJapon DiziKendi KalemimdenKitap Yorumu Melankolik Masallar Mim Kore FilmJapon FilmKendi SesimdenAnime Günlük Mevzular Johnny Deep

Translate

18 Ekim 2015 Pazar

ELLERİMDEN TUT, YOKSA DÜŞECEĞİM... -BÖLÜM 5-



BÖLÜM 5: KAYIP ZAMANLAR GEZGİNİ
 
 Tom’un tüm ısrarlarına rağmen Kristen kendi evine gitmek istediğini söyledi. Robert ise bardan çıktıklarından beri ağzını açıp tek kelime etmemiş, başı önünde öylece düşünüyordu. Sadece bir marketin önünden geçerken kafasını kaldırdı.

“İçecek bir şeyler alalım, Tom.” dedi.

Tom başıyla Robert’ı işaret ederek Kristen’e fısıldadı.
“Lütfen gel, şu an sana çok ihtiyacı var.”

Kristen saatlerdir bastırdığı öfkesini sonunda dışa vurdu. “Onun bana değil, onu terk edip giden şu kıza ihtiyacı var!”
Robert başını yeniden kaldırıp Kristen’e birkaç saniye baktıktan sonra tekrar Tom’a döndü.
“Bir şeyler alalım demiştim.”
     
Açık bir yer görüp durduklarında, arabadan ilk Robert indi. Tom fırsattan istifade yine Kristen’e yaklaştı.
     
“Halini görmüyor musun?” Kız kendini savunmak için ağzını açtığında onu susturdu. Gözlerinin içine bakıp kesin bir dille ekledi.
     
“ Eğer onu bu gece de alamazsan, bir daha asla alamazsın.” dedi ve cevabını beklemeden Robert’ın arkasından arabayı terk etti. 
    
Ellerinde içi bira dolu iki büyük poşetle geri döndüklerinde, Kristen Tom’a bakıp kısık sesiyle “Haklısın.”dedi. Tom, ona doğru seçim yaptığını belirten bir bakış atarken Robert biralardan birini alıp içmeye başlamıştı bile.
    
Ve arabadaki ölüm sessizliği eve kadar devam etti.
------------------------------------
Robert bedenini koltuğa bırakırken, aldığından beri küçük bir çocuk inadıyla elinden bırakmadığı bira poşetini de koltuğun yanına atıverdi. Kristen yanına oturup elini dizinin üzerine koydu, yumuşak bakışlarını Robert’ın yüzüne dikti.
    
“Bunların hepsini içmeyi düşünmüyorsun, değil mi?”
    
Robert, şöyle bir bakıp cevap verdi. “Diğer poşet bitti mi?” 
    
Kristen, Robert’ın cevabı karşısında gözlerini devirdi ama Robert fark etmedi bile. Transa geçmiş gibiydi; Kristen ne söylerse söylesin ya da ne sorarsa sorsun, kendini sinir etmekten başka bir işe yaramayacaktı. Eve geldiklerinden beri ortalıkta görünmeyen Tom’un yanına gitmeye karar verdi. Kalkarken yanlışlıkla Robert’ın koluna çarptı ve birkaç damla biranın dökülmesine sebep oldu ama Robert bunu da fark etmedi.
    
Tom’u buzdolabının önünde atıştırmak için bir şeyler ararken buldu. Tezgâha sırtını yaslayıp, tek kelime etmeden sabırla işini bitirmesini bekledi. Tom, ancak istediğini alıp dolabı rahat bıraktığında Kristen’i fark etti.
   
“Öt bakalım.” dedi Kristen. 
   
Tom, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Ne?”
   
Kristen sabırsızca, “Bardaki kız sana mesaj attığını söylediğinde yüzünün halini gördüm Tom, Robert belki saf olabilir ama beni kandıramazsın. Şimdi, uzatma da anlat.” dedi. 
   
Tom çevik bir hareketle kapıyı kapatırken huysuzlandı. “Sesini biraz alçaltır mısın?”
   
Kristen umursamazca omuzlarını oynatıp, “İnan bana, yanında konuşsak bile ne’den bahsettiğimizi anlamaz.”
   
Tom kuşkuyla Kristen’i süzdü. “Onu gerçekten istiyor musun?”
   
“Oradan nasıl görünüyor? Halime bak, sence neden beni görmeyen birini teselli etmeye çalışıyorum?”
   
Tom birkaç dakika sessizce düşündü. “Peki, sana anlatacağım ama bana söz vermelisin.”
   
Kristen anlaşmayı kabul ettiğini göstermek için elini uzattı. “Eğer onu benim yapacaksa…”
   
Tom, ondan pek hoşlanmıyordu ama bir müttefike ihtiyacı olduğu da kesindi ve birine anlatmak onu az da olsa rahatlatacaktı. Kristen’in uzattığı elini sıkıp ona karşısındaki sandalyeyi gösterdi. “Otur bakalım, suç ortağım.”
   
Kristen dolaptan bir bira da kendisine aldı ve gösterdiği yere oturdu. Tom, Robert’ın gelmediğinden emin olmak için bir süre dışarıyı dinledikten sonra anlatmaya başladı.
   
“Ela’ı tanıyor musun, bilmiyorum ama o zamanlar Robert’ın ne halde olduğunu biliyorsundur.” Kristen “Ahh, evet.” dedi, rahatsızlığını saklamaya gerek duymadan.
  
 “Robert ona tuhaf bir şekilde takıntılıydı ama bu kadar büyük boyutlu olduğunu tahmin etmemiştim.  O zamanlar Twilight fırtınası zaten kasıp kavuruyordu ama şöhretini daha da arttırmak için yapması gerekenleri sırf Ela yüzünden ısrarla reddediyordu. Hatta biliyorsun, bir keresinde onunla çıkan fotoğraf yüzünden başı baya ağrımıştı.”
   
“Evet.” dedi Kristen, yüzünü buruşturarak “Nasıl unuturum, apar topar Budapeşte’ye gitmek zorunda kalmıştım.” 
   
Tom başını salladı. “Bu sadece bir tanesi, o kadar çok haberi engelledik ki. Defalarca Robert’la konuştum, ama sağlıklı düşünemiyordu. Bu yüzden bana âşıktan çok saplantılı gibi görünüyordu.”
  
“Eee.” dedi Kristen sabırsızca.
   
“Uzun zaman bunlarla uğraştıktan sonra dayanamayıp Ela’yı aradım ve konuşmamız gerektiğini söyledim. Robert zaten Brezilya’da setteydi ve sanırım iki hafta kadar hiç görüşmemişlerdi. Gözden uzak bir kafede buluştuk.”
   
Kristen gözlerini kocaman açıp, “Sana inanamıyorum, nasıl cesaret ettin ya Robert öğrenseydi?” dedi.
   
Tom kendinden emin, sinsice gülümsedi. “Ela’yı tanımadığın belli. Oraya giderken tek düşüncem onu inandırabilmekti; eğer bunun Robert için gerçekten doğru olduğunu anlatabilirsem, onu bir daha asla aramayacağını adım gibi biliyordum. Sadece birkaç kanıta ihtiyacım vardı, o sıralarda setten gelen fotoğraflarınız bunun için yeter de artardı bile ama şansım da biraz yaver gitmiş, bunu sonradan öğrendim.”
   
Kristen, heyecanlı bir hikâye dinler gibi dikkat kesildi.
   
“Ela geldiğinde biraz garipti, aklı bir şeylerle meşgul gibiydi ama belli etmemeye çalışıyordu. Ve ben ona ilişkilerinin Robert’a nasıl zarar verdiğini anlatmaya başladım, Robert’ı serbest bırakmalıydı çünkü doğrusu buydu, bunu yapmalıydı. Gözlerinden bana inandığını anlayabiliyordum, en sonunda Robert’ın da ilişkiyi bitirmek istediğini ama ona nasıl söyleyeceğini bilmediğini anlattım, şu kanıt resimleri de göstererek. Sadece -Şimdi anlıyorum.- dedi ve başka bir şey söylemeden masadan kalkıp gitti. O zaman neden böyle söylediğini anlamamıştım fakat bunu da birkaç gün önce Robert’dan öğrendim.”
    
Kristen soran gözlerle Tom’a bakıyordu.
    
“Benimle buluşmaya gelmeden önce Robert’a hamile olduğunu söylemiş.”
    
Kızın sesi istemsizce yükseldi. “Ne, hamile miymiş?” 
    
“Evet ve bunu Robert’a söylediğinde, Robert heyecandan bir şey diyememiş. En azından bana heyecandan konuşamadığını söyledi. Ee sonra da benimle buluşunca, Robert’ın kendini istemediği için öyle tepki verdiğini düşündü sanırım.”
    
Kristen bu kez suçlayan bir tavırla gözlerini kıstı.
    
“Bilmiyordum, tamam mı? Hem olan oldu, o günden sonra da hiç haber almadık.” dedi Tom.
   
“Peki, şu garsonun attığı mesaj?”
    
“Mary.” dedi Tom ve kısa bir tereddüdün ardından, ona göre, küçük bir ayrıntıyı es geçerek devam etti.
    
“Ela gittikten yaklaşık üç saat sonra Mary’den bir mesaj geldi. Ela’yı buradan alıp götüreceğini, benim ve Robert’ın artık ondan uzak durmamız gerektiğini anlatan bol tehditli bir mesaj yazmıştı.
    
“Neden Robert’a değil de sana atmış ki?”
    
“Bilmiyorum, sanırım buluştuğumuzu biliyordu hatta belki konuştuklarımızı da. O mesajdan sonra ikisine de ulaşamadık, tabi bu konudan Robert’a hiç bahsetmedim.”
    
“Yani, Mary yerini bilmiyorum derken yalan söyledi.” dedi Kristen.
    
“Kesinlikle ve eğer Mary buradaysa eminim ki Ela’da buralardadır. Bu yüzden yardımına ihtiyacım var. Robert’ın yeniden onun peşine düşmesini engellemeliyiz.”
    
“İyi de ne yapabiliriz ki?”
    
“Bir şekilde ilgisini başka yöne çekmeliyiz.”
   
 “Ama nasıl?” dedi Kristen umutsuzca.
    
“Ne bileyim ben. Kız olan sensin, git de onu baştan çıkart!”  Daha cümlesini bitirmeden Tom’un aklına yeni bir fikir geldi, Kristen’i şöyle bir süzüp ekledi. “Sen Robert’ın odasına git.”
    
“Ne yapacağım ki ben orada?”
    
“Ne diyorsam onu yap Kris, bu gece bu işi halledeceğiz.” diyerek masadan kalkıp salona yöneldi. Robert’ı yeni bir bira şişesine uzanmaya çalışırken buldu.
    
“Hala mı içiyorsun, dostum?” Robert tepki vermeyince, bir an konuştuklarını duyduğunu sanıp panikledi. “Rob?”
     
Robert sonunda başını kaldırıp, Tom’un yüzüne baktı. Sarhoştu ama daha iyi görünüyordu.
    
“Kristen nerede?” diye sordu.
    
Tom elini arkadaşının omzuna koydu. “Uyumaya gitti, ben de seninle bu konu hakkında konuşacaktım.”
    
Robert söylemek istediğini anlamamıştı, Tom yanına oturdu.
    
“Dostum, herkes hayatına devam ediyor. Senin dışında herkes. Bak, en yakını öldüğünde bile insan bu kadar yas tutmaz, tutamaz. Bu gece Mary’i gördün, Ela onun en iyi arkadaşıydı ama o bile alışmış yokluğuna.”
    
Bu kadar sarhoş olmasa belki bir şeyler söylerdi Robert ama değil konuşmak başıyla reddedecek gücü bile bulamıyordu kendinde, öylece dinlemeye devam etti.
   
“Açıkçası, Kristen’den pek hoşlanmıyorum bunu sen de biliyorsun. Ama senin yanında olmak için neler yaptığını görebiliyorum. Senelerdir sabırla ona gitmeni bekliyor. Ela kaçıp gitti ama o hep seninle kaldı. Neden ona bir şans vermiyorsun?”
   
“Ben… “ dedi Robert, öyle zor çıkmıştı ki tek sözcük dudaklarından sanki yıllardır konuşmuyormuş gibi boğazı yandı. Kendini boşlukta sallanır gibi hissediyordu, sonunda bu karanlık dehlizde görünen tek ışığa doğru yürümeyi seçti. Ne kadar kötü olabilirdi ki? Nasılsa 
en dipteydi…
    
Tom’un omzuna tutunup güçlükle doğruldu, sallanarak Kristen’in bulunduğu odaya doğru giderken Tom arkasından kazandığı zafere gülümsüyordu.
     
Odaya girdiğinde bir şeylere çarpmamayı umarak yavaşça yatağa yaklaştı. Örtüyü usulca kaldırıp kızın sıcak bedenine sokulurken mırıldandı.
  
 “Bu kadar beklettiğim için özür dilerim.”
    
Kristen anlayışlı eş maskesini takıp onu kucaklarken Robert gözlerini kapattı.
    
Zihninde dönüp duran Ela’nın hayaliyle kızı kendine doğru biraz daha çekip, yavaşça dudaklarını onunkilere bastırdı…
                                                                                                                                                        DREAMELLA


NOT: Hikayenin diğer bölümleri için tık tık ^_^
    

4 yorum:

  1. twilight serisinden mi tam çıkaramadım ama post güzeldi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok canım Twilight'la tek benzerliği Robert ve Kris ama bu benim yazdığım bir hikaye. Ama haklısın o dönemlerde yani hayranlık dönemlerimde yazmıştım. Beğendiğine sevindim :)

      Sil
  2. Çok güzel olmuş o zaman, ne yeteneklisin maşaallah ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler. Yeteneğim var mı yok mu bilemiyorum ama yazıyorum işte :) Aslında fantastik türde yazmayı daha çok seviyorum ama bu da böyle bir şeyler oldu :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Tasarım : Merve Canbaz