Menü

Kore DiziJapon DiziKendi KalemimdenKitap Yorumu Melankolik Masallar Mim Kore FilmJapon FilmKendi SesimdenAnime Günlük Mevzular Johnny Deep

Translate

1 Kasım 2015 Pazar

ELLERİMDEN TUT, YOKSA DÜŞECEĞİM... -BÖLÜM 10-



BÖLÜM 10: YALANCI BAHAR

Robert’ın bunca zamandır biriktirdiği özlem artık ruhundan taşıyordu. Aklında tek bir düşünce vardı şu an; hızla gidip kendisinin olanı almak ve bir daha asla kollarının arasından çıkmasına izin vermeden, tüm ömrünü onunla birlikte geçirmek.
  
“Kısacık bir ömür…” diye hayıflandı sonra. Nasıl yeterdi ona doymasına? Ela ile öyle dolmuştu ki; onun dışında hiçbir şeyi fark etmiyordu, sanki sadece o vardı koca salonda.
  
Zihni, birbiri ardına gelen düşüncelerle uyuşmuş gibiydi, Tom’un kolundan çekerek onu durdurduğunu anlaması bile birkaç saniyesini aldı. Tuhaf bir ifadeyle arkadaşının yüzüne baktı, bir şeyler söylediğini görebiliyordu ama tek kelimesini anlayamadı.
  
“Bırak beni!” dedi sonunda, huysuzca kıpırdanarak.
  
“Dur, dostum!” Tom, boş bir çabayla onu durdurmaya çalışıyordu.
  
“Tut onu Tom, gitmesine izin verme!” Mary endişeyle haykırıyordu ama Tom, onu daha fazla zapt edemedi. Tom’dan kurtulan Robert, hızla merdivenleri inip dans pistine yöneldi.

 Robert dışında hepsi oldukları yere sabitlenip kaldı. Mary kocaman açtığı gözleri ve deli gibi çarpan kalbiyle Robert’ı izliyordu. Artık onu durduramazdı, zorla tutup dışarıya çıkartsa bile Amy onu fark edecekti ve bu saatten sonra Robert’ı engellemenin de pek mümkün olacağını sanmıyordu.
   
Robert, Amy’nin birkaç adım arkasına gelince durdu, elini uzattığında ona dokunacağına hala inanamıyordu. Tıpkı rüyalarındaki gibi tam ulaşacağı anda ortadan kaybolacağını düşünüp korktu, nefesi hızlandı… Bir adım daha attı ve gözlerini kapatıp burnuna çalınan kokusunu büyük bir iştahla içine çekti.
   
Ve zaman gelmişti…
   
Josh, Amy’nin gözlerine bakarak konuşmaya başladı.
  
“Amy…” dedi usulca.
  
“Biliyorum, çok uzun zaman olmadı ama ben seninle çok mutluyum ve bunun tüm hayatım boyunca sürmesini istiyorum.”
  
Amy, şaşkınlıkla ona bakarken Josh, derin bir nefes alıp devam etti.
  
“Amy, benimle evle…”
  
Robert elini uzatıp kızın yumuşacık saçlarına dokundu, kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki… Gerçekti işte, kaçıp gitmemişti rüyalarındaki gibi, o gerçekti…
  
Amy, başını çevirip Robert’ın hüzünlü bakışlarıyla karşılaşınca donup kaldı. Robert, gözlerini saçlarında gezdirdi.
  
“Saçlarına ne yaptın?” dedi kadife gibi sesiyle ama Amy duymadı bile, kendi iç savaşıyla o kadar meşguldü ki dışarıdaki sesler rahatsız edici uğultulardan başka bir şey değildi.
   
“Gözlerin…” diye mırıldandı, kendisi bile güçlükle duymuştu sesini.
   
Rüyasında gördüğü minik kızın gözlerinin tıpatıp aynısıydı, ona bakarken de görmüştü derininde yanan bu ateşi…
  
Amy istemsizce Robert’a doğru bir adım attı. Büyülenmiş gibiydi, mavi-gri gözlerin dışındaki her şey hayalden ibaretti sanki. Robert daha fazla tutamadı kendini, tutkuyla onu kendine çekip kollarıyla bedenini sardı, başını saçlarının arasına gömüp derin nefesler almaya başladı.
  
Boynunda hissettiği sıcacık soluğu Amy’nin içini yakarken, “Ela…” diye fısıldadı kulağına.
  
Mary ellerini masanın üzerine koymuş, olup biteni nefesini tutarak izliyordu. Angie birkaç kez ne olduğunu sordu fakat cevap alamadı. Kendini suçlu hissediyordu Angie, nedenini bilmiyordu ama bir şeyleri yanlış yaptığı kesindi.
  
Amy Robert’ın kollarından kurtulmak istedi bir an, ama kıpırdayamadı. Rüyasındaki kızın elini tuttuğunda hissettiği huzuru duymuştu kollarında. Baharatımsı kokusunu çekti içine sonra, tanıdıktı… Ama kimdi bu yabancı? Senelerdir kapatamadığı boşluğu, tek bir dokunuşuyla nasıl silip atmıştı? Evinde gibi hissediyordu, uzun yolculuklardan sonra yorgun bedenini son bir gayretle bıraktığı sıcacık bir yatak gibiydi kolları, gözlerini kapattı.
  
Sol kolunda hissettiği keskin acı, getirdi onu kendine. Josh, hışımla onu yabancının kollarından kurtarıp kendi yanına çekmişti.
  
“Ne yaptığını sanıyorsun sen?” dedi yeşil gözleri öfkeyle parlarken, Amy onu daha önce hiç böyle görmemişti.
  
Robert cevap vermedi. “Ela!” dedi ellerini kıza doğru uzatarak.
  
Amy, ellerini tutma isteğini güçlükle bastırdı, sadece birkaç adım ötedeydi yabancı ama kollarından ayrıldığı andan itibaren hızla geri gelmişti içini acıtan boşluğu ve büyük bir açlıkla büyüdükçe büyüyordu.
  
Josh, Robert’ı göğsünden tutup geriye doğru itti.
  
“Sana dedim!” Robert ancak o zaman fark etti Josh’ı, kısacık bir an yüzüne baktı.
  
Josh,  bu kez Robert’ı gömleğinden tutup sarsmaya başladı. Robert ise gözlerini bir an olsun Amy’den ayırmıyordu, sanki gözlerini kaçırsa kaybolup gidecekti.
  
Yabancının kendisine cevap vermemesi Josh’ı daha çok sinirlendiriyordu. Yumruğunu kaldırıp tam ona vurmak üzereydi ki, Tom elini yakaladı.
  
“Dur! Yapma!”
    
Amy’nin bakışları hızla Tom’un üzerine kaydı. Sesi kafasının içinde dönüp duruyordu. “Yapma! Yapma!.. … Yapmalısın…”  Amy daha fazla dayanamadı ve olduğu yere yığılıverdi.
  
Tam başı yere çarpmak üzereydi ki, Robert insanüstü bir güçle, kendini tutan ellerden sıyrılıp onu yakaladı.
  
“Ela! Ela!” şuursuzca kızın bedenini sarsıyordu.
  
“Çek ellerini onun üzerinden!” diye bağırdı Josh, Amy’i kollarından almaya çalışarak.
   
“İkiniz de çekin ellerinizi!” Mary panikle Amy’nin yanına koştu. Robert Amy’i öyle sıkı tutuyordu ki…
   
“Biraz daha sıkarsan, onu öldüreceksin!” dedi Mary öfkeyle, Robert başını kaldırıp Mary’e baktı.
   
“Mary, Mary yardım et!” dedi birkaç kez ama onu sıkıca tutmayı sürdürüyordu.
   
“Bırak!” dedi Mary ve yeniden Amy’i kollarından kurtarmaya çalıştı ama Robert anlamıyordu, sadece bozuk bir plak gibi aynı cümleyi tekrar edip duruyordu.
   
“Mary yardım et, ne olur yardım et.”
    
Mary, sonunda dayanamadı ve kendine gelmesi için Robert’a sert bir tokat attı.
   
“Sana onu bırak dedim, öldüreceksin!”
   
Robert, panikle kollarını gevşetti ama onu tamamen bırakmayı şiddetle reddediyordu.
   
Bu sırada Tom’dan kurtulan Josh, Robert’ı omuzlarından tutup sertçe geri çekti. Robert dengesini kaybedip, arkaya doğru düşerken henüz kollarında olan Amy’i de beraberinde sürükledi.
  
Mary, Amy’i Robert’ın üzerinden çekip ona sarıldı ve alev saçan gözleriyle diğer ikisine döndü.
  
“Ne yapıyorsunuz siz? Lanet olsun! İkiniz de defolun buradan, hemen!”
  
Robert hızla toparlandı, düşerken Amy’e doğru eğildiği için kaşını çarpmıştı ama farkında bile değildi.
  
“O iyi mi?” dedi gözlerini Amy’den ayırmadan, Mary kızgınlıkla yüzüne baktı.
  
“Kaşın kanıyor, seni salak!” Robert ancak o zaman hissetti kaşındaki acıyı ve koluyla görüşünü kapatan kanları silmeye çalıştı.
  
“Ambulans geldi!” dedi Angie heyecanla.
  
Amy ambulansa taşınırken, Josh Robert’ın yolunu kesti.
  
“Sen, hiçbir yere gelmiyorsun!”
  
Mary, aynı öfkeli gözlerle Josh’a baktı. “Sen de öyle!”
  
İki adam da Mary’e aldırmadan arabalarına atlayıp, ambulansı takip etmeye koyuldular. Bu sırada Robert’ın telefonu çalmaya başladı ama onun umurunda bile değildi. Telefonu eline Tom aldı.
   
“Kristen arıyor.” Robert cevap vermedi.
   
“Açmayacak mısın?” diye sordu bu kez Tom. Robert birkaç saniye yüzüne ters ters bakıp dikkatini yeniden yola verdi. Sonunda Robert’ın telefonu sustu ama çok geçmeden Tom’unki çalmaya başladı.
   
“Kristen.” dedi Tom. “Ona ne diyeceğim?”
   
“Ne dersen de, umurumda bile değil!”
   
“O hala senin kız arkadaşın!” dedi Tom sakin görünmeye çalışıyordu ama kendini ne kadar tutabileceğinden emin değildi. Robert, onu duymamış gibi davranıyordu. Derin bir nefes alıp, telefonu kulağına dayadı.
   
“Efendim Kris.”
   
“Neredesiniz siz? Robert’ı arıyorum açmıyor, bir sürpriz yapayım dedim dışarıda kaldım!”
   
“Sen… döndün mü?” diye sordu Tom şaşkınlıkla.
   
“Evet, döndüm. Evdeyim yani kapıda!”
   
“Ta… tamam, biz birazdan geliyoruz.”
   
“Çabuk olun.”
   
Telefonu kapatınca Tom heyecanla Robert’a baktı. “Kris dönmüş.”
   
“Duydum.” dedi Robert ve umursamazca omzunu silkti. Tom daha fazla dayanamadı ve içinde ne varsa sinirle ortaya dökmeye başladı.
   
“Bu kadar kör olduğuna inanamıyorum! Kız kendine bir hayat kurmuş ama sen kendi mutluluğunu elinin tersiyle itiyorsun.” Gözlerini kısıp devam etti.
   
“Birkaç dakika geç gitseydik ne olacaktı biliyor musun? Sadece birkaç dakika! O yanındaki pisliğin evlenme teklifini büyük bir mutlulukla kabul edecekti! Sen, onun için yoksun anlamıyor musun? Hala seni seviyorsa eğer, Los Angeles’da olduğu halde neden seni bulmadı? Peki ya en başında, neden tek kelime etmeden çekip gitti? O adamı sana tercih etmiş dostum, bunu anlamak bu kadar zor mu?” Robert, hızlı bir manevrayla arabayı sağa çekti.
  
“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?”
  
“Evet!” dedi Tom ve attığı yemi yutan balığı kaçırmamak için hızlı davrandı.
  
“Seni gördüğünde yüzünün aldığı hali hatırlamıyor musun? Tek kelime edemedi çünkü seni beklemiyordu. Ve o adama bakışları… ben ona nasıl baktığını gördüm dostum, inan bana gördüm.”
   
Robert başını ellerinin arasına aldı, kaşı hala kanıyordu ama kan koyulaşmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp, bu gece yaşananları zihninde toparlamaya çalıştı. Garip bakıyordu Ela, sanki bir yabancıymış gibi, o zaman üzerinde durmamıştı ama şimdi düşününce… Ve Robert özlemle ona sımsıkı sarıldığında, Ela karşılık vermeden öylece durmuştu.
   
“Ne kadar aptalım!” dedi, “Onu bulduğum için o kadar mutluydum ki, kendi hislerim dışında hiçbir şeyi önemsememişim.”
   
Öfkeyle direksiyona vurdu.
   
“Bana bir açıklama borçlu!” dedi yeniden arabayı çalıştırırken. Yüzüne bir tokat gibi çarpan gerçekler nefesini kesiyordu; Tom başından beri haklıydı, bunca yıl boşa acı çekmişti.
  
Hastaneye ulaştıklarında hemen Ela’nın yanına gitmek istedi ama açılan kaşını tedavi ettirmeden bir yere gitmesine izin vermiyorlardı. Direnmek zaman kaybından başka bir işe yaramayacaktı, o da güçlükle sakin durmaya çalıştı. Sonunda işi bitiğinde hızla kalkıp Ela’yı aramaya koyuldu. Odayı bulup kapısını önüne geldiğinde Tom ve Mary’i fısıldaşırken buldu. Onlara kısa bir bakış atıp kapıya yönelmişti ki, Tom önünü kesti.
  
“Dostum, o uyuyor hem Mary’nin sana söylemek istedikleri var.” dedi gözlerini Mary’e dikerek.
  
“Aşağıya inelim, burada konuşamayız.” dedi Mary.
  
“Seninle değil, Ela ile konuşmak istiyorum!” diye diretti Robert.
  
“O uyuyor hem…” Mary bir an tereddüt etti ama kararlılıkla bitirdi cümlesini.
  
“Seninle konuşmak istemiyor.”
  
Robert mavi-gri gözlerini kıstı.
  
“Ne demek, konuşmak istemiyor? Bunca yıldır çektiklerimin yanına kar kalacağını mı düşünüyor?” Robert çılgın gibiydi.
  
Mary derin bir nefes aldı. “Sakin ol biraz, yoksa güvenliği çağıracağım. Aşağıya inelim dedim hem burada kalman bir şey değiştirmez, onu göremezsin.” 
  
Robert çaresizce Mary’nin arkasından yürümeye başladı, birer kahve alıp hastanenin kafeteryasına oturdular. Robert bir şey istememişti.
  
“Seni dinliyorum.” dedi sabırsızca. Mary Tom’a baktı, Tom gözlerini kızınkilere dikip başını salladı. Sonunda gönülsüz de olsa Mary konuşmaya başladı.
  
“Ela, benimle birlikte İtalya’daydı.” Kahvesinden bir yudum alıp devam etti.
  
“Benimle beraber gelmeye, seninle en son konuştuğu zaman karar vermiş. Ben onun en yakınıydım Robert, benden başka kimsesi yoktu biliyorsun ve bu yüzden bana her şeyini anlatırdı.” İmalı bir bakışla Robert’ı süzdü ve devam etti. “Zaten uzun zamandır seninle ilgili şüpheleri vardı, sen ve Kristen arasındaki ilişkiye bir anlam veremiyordu.”
  
Robert’ın boynundaki damarlar gerildi ama bir şey söylemeden dinlemeye devam etti.
  
“O haberi verdiği zaman (hamile kelimesini özellikle söylemek istememişti.) senin soğuk davranman, bu şüphelerini güçlendirdi. Onun yüzünden işinde problemler yaşadığını da biliyordu ve benimle beraber İtalya’ya gelmeye karar verdi. Hepsi bu.” Mary, Robert’ın gözlerine bakamıyordu ama neyse ki Robert bunu fark edecek durumda değildi.
  
“Bu kadar mı yani? Bu kadar kolay mı? Bana tek kelime etmeden çekip gitti ve tek söyleyeceğin bunlar öyle mi?” Robert ayağa kalkıp masanın etrafında yürümeye başladı.
  
“Rob, Ela kendine yeni bir hayat kurdu ve sen de bunu yapsan iyi edersin!”
   
Mary, Robert’a iyi davranacağına dair Tom’a söz vermişti ama sabrı taşmak üzereydi. Tom, eğer Ela’ya zarar vermeden Robert’tan kurtulmak istiyorsa bu küçük oyunu oynayıp Robert’ı Ela’nın kendi isteğiyle gittiğine inandırmaktan başka çare olmadığına Mary’i ikna etmişti. Böylece kendisi de işin içinden sıyrılmış olacaktı. Tom, Robert’ın sonradan pişman olduğunu da söylemişti ama Mary’e göre bunun hiçbir önemi yoktu. Arkadaşına bunca acıyı yaşattığı için onu asla affetmeyecekti; hele ki, iki yıl uğraşıp tam bir düzen oluşturmuşken, yeniden Ela’nın hayatına girip her şeyi mahvetmesine kesinlikle izin vermeyecekti.
  
“O pislikle mi?” dedi Robert, ne kadar tiksindiği yüzünden belli oluyordu.
  
“Onu önce sen bıraktın Rob! Şimdi tüm suçu Ela’ya atamazsın.”
  
“Ben mi?”
  
“Yeter artık, git buradan Robert!” Robert masaya ellerini koyup, gözlerini Mary’e dikti.
  
“Peki, ya bebeğim… o nerede?” diye sordu Robert.
  
Mary, o zamanlar Ela’yı ortada bırakıp şimdi ilgili baba taklidi yapan Robert’a tiksintiyle baktı.
  
“O gitti…”
  
“Ne?!! Bana sormadan bebeğimi mi öldürdü!”
  
Mary bu cümleyi duyduğunda tüm dünyası tersine döndü ve daha fazla dayanamadı.
  
“Sana sadece o gitti dedim. Yeter artık, sıkıldım bundan. Kendi hislerini bile söyleyecek cesareti olmayıp, arkadaşının arkasına sığınan sen mi söylüyorsun bunları! Eğer, biraz cesaretin olsaydı belki de her şey farklı olacaktı. Ama sen ne yaptın…”  Tom omzuna dokunup daha fazla konuşmasını engelledi.
  
“Defol git buradan! Bir daha da seni hiçbir arkadaşımın yanında görmeyeceğim!”

Robert söyledikleri karşısında afallamıştı, ne demek istemişti ki şimdi? Ne cesaretinden bahsediyordu? Kimin arkasına sığınmıştı?
  
Bu sırada Mary ekledi.
  
“Bir saniye daha burada kalırsan, güvenliğe haber vereceğim!”
  
“Hadi, dostum.” dedi Tom.
  
“Ela ile konuşmadan gitmeyeceğim.” dedi Robert.
  
“Öyle mi?” Mary, masadan kalkıp bir süredir kendilerini izleyen güvenlik görevlilerine doğru yürümeye başladı.
  
“Hadi, rezil olacağız.” diye üsteledi Tom, Robert’ı kaldırmaya çalışırken. Robert, Mary’e kızgın bir bakış attı ve çıkışa doğru yürümeye başladı.
   
Mary, bir nefes aldı, biraz da olsa içindekileri söylediği için rahatlamıştı. Ona ne kadar kızsa da garip hissetmişti Robert’ın gözlerine bakarken, sanki bilmediği bir şeyler vardı. Hemen kafasından bu düşünceyi uzaklaştırdı. “Umurumda bile değil!” dedi kendine, hem daha oyunun ikinci raundu vardı. Hızla Amy’nin odasına çıktı, içeriye girdiğinde Amy çoktan uyanmış Josh’la konuşuyordu. Mary’i görünce gülümsedi.
  
“Çok aptalım. Üzgünüm, endişelendirmek istememiştim.” dedi suçluymuş gibi gözlerini kaçırarak.
  
Mary sevecen bir tavırla ona yaklaştı. “Sen, iyi misin?” Amy başını sallayıp Josh’a döndü.
  
“Bebeğim, bana kantinden yiyecek bir şeyler alır mısın?”
  
“Tabi ki.” dedi Josh, Amy ile ilgilenmekten her zaman mutlu olmuştu ama bu isteğin sadece onu odadan uzaklaştırmak için olduğunu Mary adı gibi biliyordu. Josh, odadan çıkınca Amy lafı dolandırmaya gerek görmedi.
  
“Şu çocuk… o nerede?”
  
“Rob… Richard mı?”  dedi Mary.
  
“O... Angie’nin Richard’ı mıydı?” Amy şaşkındı.
  
Mary yutkundu, yatağa yaklaşıp yanına oturdu ve inandırıcı olmasını umarak anlatmaya başladı.
  
“Ahh, Tanrım! Tam bir kaçıktı değil mi? Sana bir şey yapacağından çok korktum, senin eski sevgilisi olduğunu iddia ediyor.”
  
“Ela...” dedi Amy.
   
Mary bir an durdu. “İşte, ismi her neyse. Zorla çıkartmak zorunda kaldık.”
  
“Zorla mı?” dedi Amy. “Sanki… onu tanıyormuşum gibi geldi.”
  
“İnan bana Amy, öyle birini tanımak istemezsin. Angie ondan nasıl hoşlandı anlamıyorum.” dedi Mary. Amy başka şeyler daha söylemek istiyordu ama Mary’nin kesin tavrını görünce vazgeçti.
  
Birkaç dakika sonra, Josh elinde bir sandviç ve meyve suyuyla geri döndü.
  
“Üzgünüm Mary, sana bir şey ister misin diye sormayı unuttum.” dedi Josh.
  
“Sorun değil Josh.” Mary kulüpteki davranışları yüzünden hala ona kızgındı ama üzerinde durmamaya karar verdi.
  
“Diyorum ki, Amy’le biraz senin evinde kalsanız.”
  
“Çok iyi fikir Mary.” dedi Josh heyecanla.
  
“Neden ama?” diye sordu Amy, endişeli gözlerle.
  
“Sadece birkaç gün için tatlım, hem değişiklik sana da iyi gelir.” dedi Mary, Amy itiraz etmedi, zaten başı yeterince ağrıyordu ve Mary kararını verdiyse onu döndürmek çok da kolay olmazdı, sadece “Tamam.” dedi.
  
Josh çıkış işlemlerini hallederken, Mary’de Amy’nin ceketini giymesine yardım etti.
  
“Angie nerede?” diye sordu Amy.
  
“Sanırım eve gitti.”
  
Mary, onu en son kulüpte gördüğünü hatırladı ama Amy’i daha fazla endişelendirmek istemiyordu.
  
Birkaç dakika sonra acil kapısından dışarıya çıktılar.
  
“Neden ana kapıdan çıkmıyoruz ki?” diye sordu Amy.
  
“Çünkü… çünkü arabayı buraya park ettik.”dedi Mary.
   
Amy dalgınca başını salladı, verdiği cevabı dinlememişti bile.
  
Josh, fark etmemişti ama Mary, Amy’nin gözlerindeki hüznün geri geldiğini görebiliyordu.
   
“Tanrım, ne olur doğru şeyi yaptığımı söyle. Ne olur.” diye kendi kendine mırıldandı Mary, arabanın yanında durup Amy’e el sallarken.
                                                                                                                                                                   DREAMELLA

NOT: Hikayenin diğer bölümleri için tık tık ^_^


2 yorum:

  1. Sondan başa doğru gidiyorum niye öyle başladıysam! Robert Amy aşkı, Mary'nin öfkesi bir tarafta Ela, ne çekti be Tom diyorum :) keyifle okudum, kalemine sağlık canım ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorum alınca çok mutlu oluyorum, okumaya değer görüp zamanını harcadığın için teşekkür ederim. :DDeğişik olmuş seninki de. Ben de bazen romanların son sayfalarını okurum sonra da hep kızarım kendime :D

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Tasarım : Merve Canbaz