Menü

Kore DiziJapon DiziKendi KalemimdenKitap Yorumu Melankolik Masallar Mim Kore FilmJapon FilmKendi SesimdenAnime Günlük Mevzular Johnny Deep

Translate

22 Haziran 2015 Pazartesi

ŞİZOFREN AŞK



Odanın bir köşesinden diğerine sürükleniyordu kız. Ayakları ezberledikleri hareketi zorlanmadan, tuhaf bir istekle yineliyordu. Sanki vücudundan ayrıydılar. Sanki tüm vücudu işlevini yitirmiş, koca bir hiçlik vardı bedeni yerine; hükmetmekte zorlandığı et parçaları. Sadece ayakları… Ayakları itaatkardı ama ona değil kendilerine. Belli ki onlar bile bırakmak istiyordu diğerlerini tüm bu kaostan kaçıp uzaklaşmak içindi yararsız çırpınışları…

“Ölümün bir tarifi var mı acaba?” diye düşündü birden. Acaba böyle mi oluyordu her uzuv yavaş yavaş vazgeçip direnişten yerini boşluğa mı bırakıyordu? Hızla atmaya çalıştı var saydığı gerçeklerini beyninden ve güldü kendi kendine. İçi boğum boğumdu. Biri kalbinin üzerine bir taş bırakmıştı sanki önce iyice ezip sonra çıkartmak istiyordu. Üzerinde yitenlerin yorgunluğu, bir sonrakinde bitecek gibiydi ama her adımda daha da siniyordu üzerine kimsesizlik duygusu. Bırakıp kendini kabullense karanlığı, belki bu kadar yanmayacaktı canı.  Ama aşk bu değil miydi işte ne kadar kanatırsa, o kadar yerleşirdi içine…



Yüzünü boşluğa dönüp gözlerini etrafta gezdirdi. Az önceki krizin sonuçlarını daha yeni fark ediyordu. Yırtılmış resimler, afişler.. hatta canı gibi sevdiği kitapları bile her yerdeydi.
Şuursuz öfkeden kendini kurtaramayan her şey.

Çıkıp gitmek istedi birden. Her şeyi burada, böylece bırakıp gitmek. Ne kadar da kolay gelmişti onunlayken düzeni değiştirip yeniye yönelmek. Yüzünü döndüğü hayattı o zaman, şimdiyse… hiç…

Neden sonra fark etti onu, hala buradaydı demek hala gitmemişti. Buz mavisi gözlerini bir noktaya sabitlemiş, heykeller gibi göz alıcı ve gerçek olmayacak kadar güzeldi. Neden hala buradaydı ki? Hepsini mi görmek istemişti? Aşktan bir insan nasıl ölür belki de bunu merak etmişti…
      
“Neden?” diye sordu kız. Yine tutamadı kendini…
“Bu kadar geç bulmuşken seni ama bulmuşken yine de…”

Boğazına düğümlenen hıçkırıklar izin vermedi sonrasına. O da diretmedi daha fazla teslim oldu. Belki de sadece bunlar kalmıştı elinde ona emanet edebileceği ve cimri davranmayacaktı bu defa…
Dakikalar, saatler belki de asırlardı akıp giden sessizliğin boğduğu.

“Bana ilk gelişini hatırlıyorum” dedi kız titreyen sesiyle. Gözlerini kaçırmak, onunla yüzleşmekten kolaydı. O da öyle yaptı… “Mavi bir gömlek yoksa siyah mıydı? Bir gün gidip beni karanlığa iteceğini mi anlatmak istemiştin daha o günden? Ne istiyorsun benden diye sormuştum bir gün. Bu kadar almaya hakkın yok benliğimi, her şeyi silip üzerine kendini yazmaya hakkın yok.”

Çocuk konuşmuyordu. Gözlerinde gri bir hüzün, bakışlarını hapsettiği uzakların onu alıp götürmesini diler gibiydi adeta. Kız ona bakmak istedi biran ama vazgeçti. Sonsuzluğu görürdü gözlerinde, sonsuz mutluluğu… Şimdiyse… O kadar güçlü olduğunu sanmıyordu, bununla yüzleşebilecek kadar iyi değildi şuan. Peki ne kadar zaman gerekti bunun için? Bezgin bir gülümseme hafifçe dokundu dudaklarına. O kadar yabancıydı ki…

Pencereye yürüdü. Güneş doğsa keşke diye geçirdi içinden. Sanki silip atabilecekti bu uğursuz geceyi…

“Gün doğumlarından nefret ettim senden sonra. Sırf sesler girip bizi ayırıyor, koparıyor diye birbirimizden. Sırf seninkine rakip olup bölüyorlar diye bu eşsiz melodiyi.” İçinde tuhaf bir umut belirdi kızın.

“Mumları yakmamı ister misin?” diye sordu birden.
“Tıpkı o gece gibi. Senin ellinde bir demet gülle kapıma dayandığın gece. Kırmızı…Yoksa beyaz mıydı? Kaç kere söylemiştim sana papatyalar diye papatyalar… En sevdiklerim… Yine ne için kavga etmiştik acaba? Ama seninle kavgalar bile güzeldi ve tabi barışmalar… Tek beden, tek nefes…”

Belli belirsiz bir gölge geçti yüzünden acıdan mıydı? umuttan mı? Bu kadar iç içe yaşanması mı gerekti sanki tüm duyguların? Neden bir sınırı, çizgisi yoktu nefretin, aşkın, acının… Gözlerinin içine baktı bu defa, tam içine göremediği hiçbir şey kalmasın diye iyice yaklaştı yanına. İçindeki öfkeye teslim olup hepsini kusmak isterken sabitlendi kaldı donuk bakışlarına… Hiç bir soğuk bu kadar üşütemezdi kalbini ya da hiç bir ateş kül edemezdi onun gibi.

“Gecelerce beni tüm ruhunla sarmalayıp nefes diye içime kendini dolduruşların bu yüzden miydi? Gittiğinde emin olmak… Enkazın altında hala var olan bir cana sırtını dönmenin pişmanlığını yaşamamak için miydi?” Daha fazla dayanamadı çevirdi gözlerini sanki görmese katlanılır olacaktı her şey…
Dağılan kitaplardan biri çekti dikkatini diğer yığından ayırıp eline aldı. Gülümsedi. Virgil…
Sağanak bir yağmur gibi döküldü zihnine kelimeler…

Kapağının üzerindeki kıvrım izinde gezdirdi usulca ellerini. En ufak hareketinde parçalara ayrılacak kristal bir güldü sanki. Sayfalarını kokladı, tüm yaşananları bir kerede tüketmek ister gibi, tedirgin ve aceleci… Acısını yaşamaya bu kadar adamışken kendini belki de böylesi derinde olduğunu bilsin istememişti.
Huzursuzca kıpırdanıp, gözlerini onunla aynı boşluğa dikti. Uzaklarda bir noktada yakalarım sandı diğerini…

“Kollarının arasında uzanıp, soluğunun değdiği sözcüklerin nasıl ete, kemiğe büründüklerini hayretle izlemiştim. Sanki bir araya geldikleri günden beri bu büyülü tınıyı bekliyordu hepsi.. Bazen ılık bir yağmur gibi kadifemsi; bazense hoyrattı özgürce dans edişleri, ardında tamlığa izni olmayan deli bir rüzgâr gibi…” Durdu birden kafasını salladı, zihnine üşüşen düşünceleri netleştirmek için yordu kendini. “En sevdiğin bölüm hangisiydi?” Mutlaka olmalıydı değil mi? “Her insanın olur, seninde vardı mutlaka. Söylemiş miydin peki?” Sayfaları hızla gözden geçirdi, bir kez ve bir kez daha tarttı kelimeleri…

İçi, ucu bucağı olmayan kör bir dehlizdi ve dudaklarından dökülen her söz daha derinine itiyordu sancıyı. Aldığı nefes bile yararsızdı, külfetti. Çoğaldığını sanmıştı, aşk çoğaltırdı ya insanı… Eksikti, yetimdi, çaresizdi işte çünkü aşkı değil aşığını doldurmuştu içine.

Bir yıldız yaptı yapamadığını, başkaldırdı zamana ve sönüp gitti usulca… Kız, dudağına acemice tutturduğu tebessümü de yoldaş etti dostuna.
      
“Birileri ölürmüş her yıldız kayışında. Değer misin bir hayatı sonlandırmaya? Peki ya ben değer miyim ölümle yaşama bağlanmaya?” Kimeydi serzenişi? Kendine miydi, her saniye uzağa daha çok özlem duyan sevdiğine mi? Yoksa o küçük yıldız mıydı gerçeği söylemeye asıl çekindiği?”

Rota çizip kararsız adımlarına düş prensinin yanına yaklaştı yeniden. Bir saniye bile uzak kalmak bu kadar işkenceyken, ne yapacaktı bundan sonra? Bakışları incitmekten korkar gibi gezindi saçlarında. Saçları… Bahar bahardı… “Cennetin bir kokusu varsa, bu olmalı.” demişti her zaman. Uzandı… Bu kadarını borçlu sanmıştı kendine oysa ateş oldu baharlar… Ama gözlerinin ayazı vardı, hangi ateş olsa bu soğuğa dayanamazdı. Canı yandı, kalbi yandı…

Sırasını bekleyen son damla da bıraktı kendini sonsuza, gözünden kalbinin derinine doğru aktı. Ne yapsa dindirirdi ki acıyı, ne ağlamak çare olmuştu ne talan etmek ortalığı, susmak erdemdi ya tek onu becerememişti hayatı boyunca ve bir kez daha teslim oldu içinden taşan duygulara…

“Gözlerine baktığımda ben olurdum yalandan, riyadan arınmış; salt, katıksız.. Damla damla akardın içime ne kandırırdın ne tüm susatırdın kendine… Ne kadar bensin demiştim bir gün, ne kadar sen olmuşum. Oysa eylülle haziran gibiydik seninle. Sen güneşler doğururdun kendince bense bulutlarımı örterdim üzerine. -gökkuşağı- dedin bir gün bu yüzden koşuyorum bulutlarının içine…”

Sıradan bir geceydi sanki ayrılığın gölgesi beklemiyordu bir adım ötelerinde. Biran sonra bitecek gibiydi bu can sıkıcı oyun, kollarını bedenine dolayıp sımsıcak gülüşüyle kaplayıverecekti içini. Ne komik… Düşü bile ısıtmaya yetmişti buz kesmiş ellerini… Bir de tutabilseydi içinde sözlerini…

“Kendini boşluğa hapsettiğin gecelerde masallar anlatırdım sana. Bazen çöllere vururduk kendimizi sonunda, bulduğumuz saf aşkla; bazense dağları kum ederdik bir çift söz uğrunda. Sen Mecnun’u kaftan etmiştin kendine, bense Yusuf’sun dedim her zaman. Güzelliğine kelimelerin saplanıp kaldığı Yusuf… Kendimiyse koyamadım hiç bir köşeye azdı hepsi sığdı. Leyla hain, Şirin ilgisizde gözümde.”
Hafifçe ürperdi kız, farkındalık ülkesinden gelen asi bir rüzgârdı iliklerine kadar işleyen…

“Sanırım artık biliyorum…” dedi, kendine duyurmaktan bile korktuğu cılız sesiyle. “Pervaneydim ben… Sevgilisinin güzelliğinden gözleri kamaşmış, yaklaştıkça acı çeken; acısıyla aşkını büyüten pervane… Sonunda ruhunu vereceğini bile bile acınası adanışını seremoniye dönüştüren pervane…” Yeni bir öfke dalgası ele geçirdi bedenini. Neden zorlaştırıyordu ki her şeyi? Bitmişti işte nedenin, niçinin, nasılın ne önemi vardı? Bitmişti… Zaman seyyaha benliğini hatırlatıyordu, vakit “gitmek”di. Tükürür gibi çıkıyordu ağzından kelimeler…

“Gecelerce düşündüm her şeyi gecelerce… Senin yüzdüğün hülya denizlerinde boğdum defalarca kendimi. Aşktan mıydı, bencillikten mi bilmem ama bir an bile istemedim kıyısına çıkmayı gözlerinin.” Nefes alamıyormuş gibiydi ama gizlisinde kalmasın diye en ufak bir şey, son nefes bile olsa gözünü kırpmadan heba edebilirdi.

“Komik… Herkese bir kucak dolusu virgülle gittik de bir tanesini kendimize saklamak düşmedi fikrimize.. Asıl bencillik buydu belki de…” O kadar hazırdı ki tüm yanlışı sırtlamaya böylesi ceza mıydı, aklanış mı umurunda da değildi aslında. İçinde bir yan çığlık çığlığa “Benden gitmeni istemiyorum, seni bırakmak istemiyorum.” diyordu ardı ardına, diğeriyse ilk kez gömülmüştü suskunluğa “Bırak gitsin. Gitmeli, yaşamalı istediği bilinmezleri..” der gibiydi adeta. Nasıl kabul edebilirdi? Kalbini söküp almasına nasıl seyirci kalabilirdi? “Konuş benimle ne olur zaman yok biliyorsun o gelince yine gideceksin.. bu kez konuş benimle…” dedi yalvaran gözlerle.

Geceye vuran ilk damga süzüldü izinsizce odaya, boş gözlerle aydınlığın sardığı yere baktı. “Merhaba…” dedi kasvetle. Geceleri hayallere bağladığından beri kovduğu günü kucakladı özlemle. Usulca pencereye yönelip bir süre izin verdi, ışığın tüm karanlığını delip geçmesine. Ellerine bir avuç gün doldurup uzattı sevdiğine.

Cesaret değil miydi sevmek? Mücadele, başkaldırı, isyan… Susuş, kabulleniş ve teslimiyetti bir başka an. Sanrıya dair ne varsa gerçeğe bulandı aydınlıkla, vakit gelmişti işte. “Belki bir gün.” dedik kız sıcacık gülümsemesiyle “belki bir gün…” Yine bırakamamıştı işte, yine dönüp ardını gidememişti suskun sevdiğine. Bir konuşsa, savunsa kendini hatta bağırıp çağırsa daha kolay olacaktı birçok şey.

Her şeyin başlangıcı olan dergi parçalarından kurtarıp, yere saçılmış ilaç kutularından birini aldı eline… Evirdi çevirdi uzun uzun. Yatağına uzandı, gözlerini kapatırken gerçek bir sevinç vardı içinde; umut biterse hayat da biterdi çünkü…

“Benden gitme.” diye fısıldadı uykuya dalmadan hemen önce, kendinin bile duymakta zorlandığı sesiyle. “Sakın gitme…”
      
Resimdekiyse, ayrı bir çaresizlik denizinde aynı duayı mırıldanıyordu belki de…


                                                                                                                                            DREAMELLA

NOT: Diğer hikayelerime de göz atın lütfen tık tık ^_^



2 yorum:

  1. “Güze veda etmeyi ertelediler hep…”
    Şu satırını okuduğumda bir tutam özlem, bir tutam hüzün düşerken gönlüme, gelip geçen günlerin izleri barındı tekrardan aklımda. Öyle güzel, öyle dokunaklı ve sahih yazmışsın ki; bir açıdan ayna tutmuş sözcüklerin yaşama. Kendimden bilirim, kimi anlar daim olsun isterim yazın güneşi, içimi ısıtsın, kuşatsın gökkubeyi sarmaladığı berrak tonları gibi günümü, şenlendirsin aydınlığıyla heyhat; geçerken günler tükenir yaz, geriye sadece yazın izlerini günlerinde taşıyıp silmek üzere kalan hazan kalır. Belki de bu nedenle hazanlara veda etmeyi istemez insan, bu nedenle hüzünlüdür hazanlar. Başta ki şiirin her yönüyle çok hoşuma gitti, dokunaklı olduğu kadar güzeldi de. İnsanda buruk bir tebessüm bırakan anlar olur ya, evet öyleydi dersin. İşte o dokuya sahipti kalemin. Bir sevda, bir hissiyat bu denli hoş kelimeler sığdırılıp anlatılamazdı galiba; “Oysa eylülle haziran gibiydik seninle. Sen güneşler doğururdun kendince bense bulutlarımı ötremdim üzerime.” Bilhassa şu söz beni çok etkiledi, birbirinden farklı olsa da leyl ü nehar misali bir bütünün parçası olup, yine de lafızlar da ayrı düşmek diye buna derim. Tükense de sözcükler, kalır geriye sessizliğe sine çekilmiş hisler. Şizofren Aşk’da ben bunu gördüm, yâda bunu hissettim. Bir masal gibiydi benim için Şizofren Aşk anlatışın, cümleleri kullanışın dahası karakterin okuyucu çeken hisleri; beni içine çektiği gibi, gözümde resmetti betimlemelerinle, sanki bir masal kitabının içine çekilmiş gibiydim. Hani Harry Potter’da bir sahne vardı Sırlar Odası’nda, Harry, Tom’un günlüğünü bulup sayfaları çevirdiği vakit Tom’un anılarına gitmişti, sanki o anı yaşıyormuş gibi seyretmişti geçmişte ki günleri. İşte anlatışında beni tıpkı Harry’nin Tom’un anı defteri gibi etkiledi, istemesizce gözümde resmederken sahneler, dokundu kelimelerin yüreğime. Bu arada iki gündür aklımda Şizofren Aşk'ı okumak vardı, fakat vakit bulamıyordum. Şu an öyle sevindim ki okuyabildiğime, öte yandan ise dediğim gibi bir parça hazan düştü gönlüme. Fakat yine de bu güzel sonbahar gecesi, satırlarınla zamanımı geçirdiğim için iyi ki açıp okumuşum diyorum. Son olarak, belki seni biraz bıktıracağım, Riv; uzattıkça uzatmış diyeceksin ama, eleştirin var ise söylersin demişsin. Emin ol ki, yorumlarımın her bir kelimesinde samimiyim, zihnimin ucunda parıldayıp kelimelere dökmek istediğim bir husus olursa beyan ederim. Emeğine ve yüreğinden geçenlere sağlık Dreamella. Son derece keyif alarak, iyi ki okumuşum dediğim bir hikâye oldu benim için. ^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumundaki güzellik yazdıklarımı gölgede bırakmış. Icimden gecenleri yazıyorum ama bunu karşı tarafa hissetirebiliyor muyum bilmiyordum. Yorumların benim için bir nevi fener işlevi görüyor. Açıkçası yazdıklarımın okunabilecegini düşünmüyorum. Pek cesaretli değilimdir bu yüzden tanıdığım kisilere de okutamiyorum :)
      Insana kendi yaptığı guzel geliyor ama ne kadar gecerli degerlendiriyor orasi tartışılır tabi. yorumlarını gorunce mutlu oluyorum Velhasılı:)
      Teşekkürler ve teşekkürler

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Tasarım : Merve Canbaz