BÖLÜM
8: UMUT ÇAĞIRMA TAHTASI
Angie küçük bir kelebek gibi odalarda gezinip duruyordu. Henüz
hiç kimse uyanmamıştı ve dün geceki olayları birilerine anlatmazsa birazdan
çatlayacaktı. Sonunda Amy’i uyandırmaya karar verdi, neyse ki Josh dün gece
kendi evinde kalmıştı. Yavaşça odaya süzüldü.
“Amy…”
“Amy, uyan.”
Amy güçlükle gözlerin açtı, dün Mary’le
film gecesi düzenlemişler ve ancak saat dörde doğru yatağına girebilmişti.
“Lanet olsun saat kaç?” dedi huysuzca.
“Boş ver şimdi saati, bugün onunla
buluşuyorum!” Amy uyku mahmurluğunu henüz üzerinden atamamıştı ve Angie’nin
söylediklerinin tek kelimesini anlamıyordu. Angie uzanıp zorla oturmasını
sağladı ve getirdiği suyu da burnuna değecek kadar yaklaştırdı. Amy arkadaşının
getirdiği suyu içtikten sonra Angie sabırsızca söylendi.
“Tamam mı, artık söyleyeceklerimi
algılayacak halde misin?”
“Tamam.” dedi Amy. “Anlat bakalım neymiş
seni bu saatte ayağa diken?” Angie kenara kayması için onu biraz dürtüp yanına
oturdu.
“Bugün Richard’la buluşuyorum!”
“Eh, sonunda.” dedi Amy.
“Ah,
A. çok heyecanlıyım.”
“Dur
bakalım, henüz görmedin bile.”
“Bugün
iki de buluşuyoruz!” Angie’nin sesi bir kuş gibi odanın içinde cıvıldadı.
“İki de mi? Saat kaç?”
“8:00”
Amy yeniden yatağa girip yorganı üzerine
çekerken, “Off Angie, beni üç saat sonra uyandır.” dedi.
“Amy!” Angie yorganı zorla üzerinden alıp
yere attı.
Bu sırada Mary kapıda göründü.
“Yine ne var, sabah sabah?” dedi gözlerini
ovuşturarak.
Angie neşeyle ona dönüp “Sonunda Amy’nin
yazdıkları birini kafeslememi sağladı.”
“Bunu o saçma şeyler değil, sen yaptın.”
dedi Amy.
“Biri bana burada ne döndüğünü anlatacak
mı?”
“Bugün Richard’la buluşuyorum!”
“Ahh, sonunda!” diye karşılık verdi Mary
kendini yatağa bırakırken.
“O kadar uzun mu oldu? Amy de aynı tepkiyi
verdi.”
Amy kıkırdadı. “Sevişmeden geçirilen her
gün Mary için ziyandır Angie, bilmiyor musun?”
“Ne var yani biraz eğlenmeyi seviyorsam?”
“Off, kızlar didişmeyi kesip bana yardım
eder misiniz? Ne giymeliyim? Saçım, onu nasıl yapayım? Toplasam mı acaba…” Angie
soluk almadan konuşurken, Mary su bardağını ona uzattı.
“İç şunu ve biraz sakinleş, ay şimdiden
başımı ağrıttın! Hem saat daha sekiz buçuğa geliyor, daha erken.”
“ Değil!” dedi Angie kararlılıkla. Mary
gözlerini devirip ekledi.
“Hem siz nasıl tanıyacaksınız birbirinizi,
önceden söyleseydin bir yerlerden kırmızı karanfil falan bulurduk.”
“Aman ne komik!” Ben bir kitap alacağım
yanıma, o da beni tanıyacak işte.”
“Teknolojiden nefret ettiğini biliyorum ama
eminim ki bir yerlerde görmüşsündür. Webcam diye bir şey var, sen onu
görebiliyorsun sonraaa o seni görüyor, böyle aptallıklara gerek kalmıyorrrr…”
Amy, Mary’e çenesini kapatması için bir bakış attı.
“Kameranın ne işe yaradığını biliyorum!
Sadece… böylesi daha heyecanlı.”
“Karşına göbeği yüzünden masaya sığamayan
elli yaşında biri geldiğinde de aynı heyecanı hissedecek misin, çok merak
ediyorum.”
“Mary!” dedi Amy, taarruzu kesmesi için.
“İyi, bir şey demedim. Ben sadece iyiliğini
düşünüyorum.”
Sonunda
üç arkadaş seferber oldular ve gardroptaki tüm giysiler teker teker denendi.
Bir buçuk saat sonunda Angie iyice yorulmuştu ve sıkılmaya başladı, her yine
giyside umutla çıkıyordu arkadaşlarının karşısına ama sonuç hep olumsuzdu.
“Fazla seksi!”
“Fazla salaş!”
“Bu ne, göğüslerini nereye bıraktın?”
“Tanrım, iğrenç.” vs. vs. vs.
Tüm giysiler bir dağ gibi yatakların
üzerlerine yayıldığında, turkuaz renk bir elbisede karar kıldılar hem Angie’nin
güzel mavi gözlerini de daha çok ortaya çıkartmıştı.
Saat 13:30’a doğru her şeyiyle hazırdı Angie.
“Benim arabayı al.” dedi Mary anahtarları
Angie’e fırlatırken.
“Bizim de gelmemizi ister misin? Yan masada
oturup, seni tanımıyormuş gibi yaparız.” diye kıkırdadı sonra, ama bu konuda
ciddiydi.
Anige biraz düşündü.
“Sanırım, bunla kendim yüzleşsem daha iyi
olacak.”
“Peki sen bilirsin, o zaman iyi şanslar.” dedi
Amy arkadaşını sevgiyle kucaklarken.
------------------
Angie kafeye ulaştığında saat neredeyse ikiye
geliyordu ama etrafta yalnız olan kimseyi göremedi. Bir masaya oturup, kitabı
çantasından çıkarttı bir süre okuyormuş gibi yaptı. Ama tek kelimesini bile
anlayacak durumda değildi, heyecandan neredeyse kalbi yerinden çıkacak gibiydi.
Kitabı masaya bıraktı, saat 14:10’du ama hala görünürde kimse yoktu.
Az sonra içeriye kırklı yaşlarda bir adam
girdi, Angie’i şöyle bir süzüp karşı masaya oturdu. “Of, lanet olsun Mary!”
dedi içinden ve umutsuzca kitabı eline alıp sanki içerisi çok sıcakmış gibi
sallamaya başladı ama adam yanına gelmiyordu.
14:15…
14:20…
14:35…
“Ekildim! Hiç tanımadım birine neden güvendim sanki?”
Hızla kalkıp montunu aldı, kitabı kolunun altına sıkıştırıp kasaya yöneldi.
Cüzdanını bulmak için çantasını ararken kitap kolunun altından kayıverdi.
“Off, lanet olsun.” Parayı verip, kitabı
yerden almak için arkasını dönmüştü ki, elinde kitabı tutan adamla burun buruna
geldi. Siyah bir beresi vardı ve bulutlu havaya rağmen güneş gözlükleri
takmıştı.
“Bu sizin sanırım.” dedi yabancı.
“Evet, teşekkürler.” Kitabı alıp kasaya geri
döndü.
“Angie?” dedi aynı adam, ismini duyduğunda
birden heyecanlandı Angie. Yeniden yabancıya döndü.
“Richard?”
“Geç kaldığım için çok üzgünüm, eğer hala
vaktin varsa…”
Angie sadece başını salladı, kuytuda bir
masa bulup oturdular. Yabancı özellikle yüzünün duvara dönük olabileceği bir
masa seçmişti.
“Geç kaldığım için tekrar özür dilerim.”
dedi Robert, tereddütle gözlüklerini çıkartırken.
Angie, Robert’ın mavi-gri gözlerini
gördüğünde donup kaldı.
“Sen?”
“Evet, şey… söylediğim tüm yalanlar için
üzgünüm, ama gerçeği söyleseydim de inanmazdın zaten.” dedi rahatsızca
kıpırdanarak.
Angie gözlerine inanamıyordu bunca zaman
boyunca Robert Pattinson’la konuşmuştu demek.
Aralarında güzel bir sohbet başladı,
sıkılmıyordu Robert hatta mutluydu sanki. Sonra masadaki kitabı aldı eline.
“Bu kitabı çok severim ve bir bölümü beni
gerçekten etkiler, bakalım tekrar bulabilecek miyim?” dedi ve sayfalarını
karıştırmaya başladı.
Bir an sonra sanki kitap ellerini yakmış
gibi hızla kapatıp masaya geri bıraktı.
“Sen… iyi misin?” dedi Angie endişeyle.
“İyiyim, sadece… sadece hangi sayfada
olduğunu hatırlayamadım.” dedi ve gülümsemeye çalıştı. Oysaki adı gibi
biliyordu tıpkı onun Ela’ya hediye ettiğinde yaptığı gibi alt ucu kıvrılmış 92.
sayfayı…
Angie üzerinde durmadı.
“Seni
arkadaşlarımla tanıştırmak istiyorum, tabi sen de istersen. Onlar da en az
benim kadar merak ediyorlardı Richard’ı.”
“Ben… bilemiyorum.” dedi Robert.
“İkisi de çok iyi kızlardır, tanısan eminim
sen de seversin.” dedi ama daha fazla da üstelemedi.
Konuşurken zamanın nasıl geçtiğini
anlamışlardı, saat 18:00’e gelirken Robert,
“Angie, artık gitmeliyim.” dedi. “Ama tekrar
görüşeceğiz.”
Eğer Robert yanında olmasaydı Angie küçük bir
kız gibi havalara sıçrayabilirdi ama kendini tutup sadece gülümsedi.
“Ben de görüşmeyi çok isterim.”
Kalktıklarında Angie, Robert’ı istediği yere
bırakmayı teklif etti ama Robert nazikçe reddedip bir taksiye binebileceğini
söyledi. Birbirlerini yanaklarından öpüp ayrıldılar.
Angie arabaya bindiğinde sevinçten uçuyordu,
müziği son ses açıp çalan şarkıya eşlik etmeye başladı.
“So I remember we were driving, driving in your car.
The speed so fast I feel like I was drunk…
And your arm felt nice wapped around my soulder… dım dım dımmmm
…….
You gotta make a decision,
You leave tonight or live and die this way!”
Angie eve geldiğinde, Mary ve Josh’ın
seslerini duydu.
“Amy?” diye seslendi Mary.
“Hayır, benim.”diye karşılık verdi.
Mary hızla yanına gidip kolundan
çekiştirdi. “Anlat çabuk, anlat!”
Angie, yüzünde koca bir gülümsemeyle Mary’e
baktı. Mary sabırsızca ayağını yere vurdu.
“Anlat, dedim!”
Angie
neredeyse onun Robert olduğunu söyleyecekti ama sürpriz yapmanın daha güzel
olacağına karar verdi, bir anda yanında Robert’ı gördüklerinde şok olacaklardı.
“Richard… harika biri. Tanrım tam bir taş!
Masmavi gözleri, mükemmel bir çenesi var…” gözleri Josh’a takıldı.
“Ahh, affedersin Josh, sen de hoşsun tabi
ama o…”
Josh kızın heyecanını neşeyle izledi, Angie
tek bir şey dışında buluşmalarını tüm ayrıntılarıyla anlattı.
“Eee bir daha ki buluşma ne zaman?” diye
sordu Mary merakla.
“Bilmiyorum, kesin bir gün yok ama yeniden
görüşmeyi istediğini söyledi.”
“Telefon numaranı aldı mı?”
Angie’nin birden gülüşü soldu ama hemen
kendini toparladı. “Olsun canım, ben onun mesajlarını da seviyorum. Eee siz eve
geldiğimde fısır fısır ne konuşuyordunuz öyle?” Konuyu değiştirmek Mary’den
korunmak için en doğru yoldu, hele ki bunu diline dolamaya hazırlanmışken.
Mary tüm dişlerini göstererek sırıttı. “Bizim
de güzel haberlerimiz var. Josh… Amy’e evlenme teklifi edecek!”
“Nee! Çok sevindim Josh.”
Josh, yeşil gözleri ışıl ışıl parıldarken
gülümsedi. Mary onun konuşmasına izin vereceğe benzemiyordu heyecanla anlatmaya
başladı.
“Ben,
ikisinin baş başa olduğu romantik bir teklif olsun diyordum ama Josh bizim de
Amy’nin yanında olmamızı istedi. Bu yüzden yarından sonra şu bir türlü
gidemediğimiz dans kulübüne gideceğiz. Onlar dans ederken birden “Michael Bolton, Said I Loved You But I Lied”
çalmaya başlayacak vee Josh ona teklif edecek.” Neşeyle ellerini birbirine
vurdu.
“Tanrım, mükemmel olacak. Ama Amy’nin en ufak
bir şeyden şüphelenmemesi gerek. Hey, istersen sen de Richard’ını çağır, hem
tanışmış oluruz hem de dans edecek bir partnerin olur.”
“Doğru!” dedi Angie “Josh dışında mekândaki
tüm karşı cinsler senin olduğuna göre, başımın çaresine bakmalıyım.”
Mary saçlarını şöyle bir savurup elini beline
koydu.
“Sen git şimdiden ateşi yak, nasılsa iki güne
kadar anca ulaşır dumanı.” dedi erkekler konusundaki seçimlerinin şaka konusu
olmasından nefret ederdi, çünkü bu konuda hatırı sayılır malzemesi vardı.
Bu sırada Amy eve geldi ve konu ışık hızıyla
değişti, Angie bir de Amy’e anlattı olup biteni, tüm ayrıntıyı anlattığından
emin olduktan sonra odasına dönüp bilgisayarın başına oturdu.
Robert’ı kulübe davet eden bir mesaj yazmayı
planlıyordu ama mail adresini açtığında bir sürprizle karşılaştı, Robert ondan
önce davranmıştı.
“Ne
unuttum biliyor musun? Telefon numaranı almayı… Daha önce yapmadığım ve işi bu kadar karmaşıklaştırdığım için üzgünüm. Tam bir paranoyağım değil mi? İşte benimki xxxxxxxxx Görüşürüz!”
Yüzüne yine o safça gülümseme yerleşti, hızla
içeriye koştu.
“Amy! Telefonunu kullanabilir miyim?”
“Tabi, al.” dedi Amy.
“Ne yapacaksın ki sen telefonu?” diye sordu
Mary, Angie ona dişlerini gösterdi.
“Duman ulaştı mı diye soracağım.” Mary’e dil
çıkartıp odasına döndü. Numaraları girip arama tuşuna bastı.
“Efendim?” dedi Robert.
“Hey, merhaba, ben Angie.”
“Angie, nasılsın?”
“Teşekkür ederim iyiyim. Ben şey diyecektim,
şey… Yarından sonra arkadaşlarımla dışarıya çıkacağım, birinin erkek arkadaşı
ona evlenme teklif edecek de..” Neden bu kadar ayrıntıya giriyordu ki? Bir
aptal gibi davrandığı için kızdı kendine.
“Hımm…”
“Bir dans kulübüne gideceğiz. Ben daha önce
gittim, çok güzel bir yer hem fazla göz önünde değil. Sen de gelir misin diye
soracaktım.”
“Dans kulübü… Hımm… Ben… ben dans edemem
Angie.”
“Sorun değil, gerçekten zaten ben de
berbatım.”
“Söz vermiyorum…” devam ediyordu ki Angie
sözünü kesti.
“Şey.. Eğer istersen bir arkadaşını da
getirebilirsin. Biz üç kız olacağız ve sadece Amy’nin Josh’ı var.” Robert biraz
düşündü.
“Peki, ama dediğim gibi söz vermiyorum.”
“Tamam, gelmeni umuyorum. O zaman görüşürüz.”
dedi Angie.
“Görüşürüz…”
Angie geleceğinden emin değildi ama kader bir
kez başladı mı koca bir örümcek gibi öremeye ağlarını, hiçbir güç
engelleyemezdi yakalanmayı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder